Anastasia Kosmidou Türkiye'de kalan yakınlarını arıyor. Anastasia uzun yillar teyzesi Anastasia'yi (Fatma Bazdan) aradi.
Sevgili Anastasia ismini de geride birakmak zorunda kaldiklari teyzesinin gerçek isminden aliyor. Anastasia 85 yaşında ve geride birakmak zorunda kaldıkları teyzesini bulmak için her kapiyi çalmış, Yunanistan'da bu yüzden TV programlarına dahi katılmış ama bu zamana kadar bir sonuç alamadıklarını da konuşmada belirtiyor.
LİTHOTOPOS (KAYALI) HEM MÜSLÜMAN AZINLIĞA HEM PONTOSLU GÖÇMEN RUMLAR'A EV SAHİPLİĞİ YAPAR
Anastasia ve eşi Germanos Serres'in Lithotopos köyünde yaşıyor, köyleri hem leyleklere hem de çok güzel bir göle ev sahipliği yapıyor. Osmanli döneminde o köyde Müslüman azınlığın yaşadığı biliniyor. Anastasia köyün adınin Kayalı olduğunu belirtiyor. Balkan savaşları ve sonrasinda da kabul edilen Türkiye ile Yunanistan arasında kabul edilen mübadele antlaşması sonrası buradaki Musluman azınlık köyden ayrılıyor. Musluman azınlığın boşalttığı köye yine mübadele antlaşmasıyla Yunanistan'a Pontos'tan (Karadeniz) Ordu ve Samsun’dan gelen Rumlar yerleşiyor. Köyün ismi de aslinda Kayalı olarak kalir çünkü Lithotopos yunanca yine Kayali anlamına gelen bir isim, köy ortasından bölünmüş gibi bir kısmında Ordu'dan gelen Rum göçmenler ve diğer kısmında Samsun’dan gelen göçmenler yerleşmiş. Anastasia'nin ailesi Samsun'dan Yunanistan'a göç eden Rumlardan, aile Pontos'ta bir çok badire atlatsada Mübadele antlaşmasına kadar Samsun'da yaşamaya devam etmiş. Yunanistan ile Türkiye arasında Mübadele antlaşması gerçekleşince o dönemde antlaşma gereği 1.500 milyon Hristiyan nüfus Yunanistan'a gönderildi. Pontos'dan da yüzbinlerce insan bu antlaşma ile Yunanistan'a götürüldü. Anastasia'nin ailesi de bu antlasmayla Yunanistan'a dönecekti.
KOSMİDOU AILESI ISTIKLAL MAHKEMELERININ HIŞMINA UĞRAR
Anastasia'nin babasi da İstiklal Mahkemelerinin hışmına uğrayan Rumlardan, o dönem yargılamalar sonrası hapishaneye atılıyor, düzmece yargılamalar sonrası asılarak katledilen insanlarını da bildiğinden hapishaneden kaçma planlari yapıyor ve orada bu konuyu diğer arkadaşlarına açar ama diğer arkadaşları bu plandan korkar, gelmek istemezler, böylece tek kişilik kaçma planı yapar ve ardından hapishaneden de kaçmayı başarır yıllarca dağlarda yaşar, mübadele kararı çıkınca dağlardan döner, ardından Yunanistan'a geçmek için hazırlık yaparlar.Elbette bu Mübadele antlaşması her tarafta nizami uygulanamadı. Pontos dâhil bir çok bölgede sorunlar, saldırılar, kaos devam ediyordu. Böylesi bir zamanda aileler bir taraftan bu kaosla bahsetmeye çalışıyor, öte taraftan da herseylerini geride bırakarak Yunanistan'a gitme hazırlığı yapılıyor. Tam böylesi bir zamanın ortasında o dönemde çocuk olan teyzeleri Anastasia'yi (Fatma Bazdan) kaybediyorlar. Ne yapsalarda bulamıyorlar, onu geride bırakarak aile Yunanistan'a geliyor. Anastasia'nın aktardigina göre o kaos ortamında başına bir şey gelmesin, öldürülmesin diye teyzesinin yine yaşıtları tarafından saklandıği yönünde ama kesin ne olduğu o dönemde bilinmiyor.
YILLAR SONRA ANASTASİA'YI BULURLAR AMA ERKEN KAYBEDERLER
Uzun yillar teyzelerini aradığını aktaran Anastasia 1950'lerin ortasında kendi yakınlarını aramaya giden birisine bir umutla teyzelerinin bilgilerini de veriyorlar. Yunanistan'dan Samsun'a kişi kendi yakınlarını ararken bir taraftan da Samsun'da kalan Anastasia'nin bilgilerini de sorduğu kişilere verir. Uzun aramalar sonuç verir ve Anastasia (Fatma Bazdan) bulunur. Hem kaybolan teyze olan Anastasia hem de Yunanistan'a döndükten sonra bu müjdeyi Anastasia'yi arayan ailesine ilettiklerinde tam bir bayram havasi yaşanır. Türkiye'de Anastasia, Yunanistan'da ailesi büyük heyecanlanır, önce yıllarca mektupla görüşmeler olur, ardından Kosmidou ailesi yakınlarını Yunanistan'a davet ederler. Yillar sonra gözyaşları arasında iki kardeş Anastasia ve Simela ve Yunanistan'daki aileleri bir araya gelirler, uzun, uzun hasret giderirler. Aslında kayıp olan o koca zamandan sonra asla bir daha ayrilmayacaklarini düşünürler. O Büyük kavuşma,hasret giderildikten Anastasia için dönme zamanı gelir, çünkü alinan vizenin süresi bitmişti. Kaybettikleri çocuklarını buldukları için ve bundan sonra ayrılığın olmayacağını düşünen Kosmidou ailesi belki gönül rahatlığıyla olmasa bile , hatta içleri hiç rahat olmasa bile Anastasia'yi Türkiye'ye gönderirler.
TÜRK DEVLETININ 55 VE 64 YILLARINDA GERÇEKLEŞTİRDİĞİ RUM KIRIMI ANASTASİA İLE BAGLARI DA KOPARIR
Aslinda Kosmidou ailesinin tedirginliği anlaşılır. Geçmişte özellikle Pontoslu Rumların neler yaşadığını, nelere maruz kaldığını ve sonrasinda kalan Rum nüfusa karşı neler yapildigi bilinince gerçekten tedirginlikleri oldukça anlaşılır. Türkiye'de Rumlar, Hıristiyan nufus için aslinda yeni bir linç sürecinin, İstanbul merkezli başlayacak ve bir çok ile yayılacak pogrom sürecini öngerebilseler yıllarca kayıp olan ge tamamen şansla yillar sonra kavuştukları çocuklarını asla geri göndermezlerdi. İşte bu pogrom surecinden, kaos surecinden, Rumlara karşı yeni bir saldiri dalgasindan (6-7 Eylül 1955 pogromu ve 1964'de İstanbul'da kalan Rumların gönderilmesi ) sonra ne kadar uğraşsalarda bir daha bağlantı kuramazlar..
Kayıp teyzesinin ismini alan sevgili Anastasia teyzesi ile ilgili bilgileri bizle paylaştı, artık teyzesi Anastasia ile buluşma imkanlarının olmadığını, uzun yillar önce hayatının kaybetmiş olabileceğinin farkında ama kuzenlerinin hala yaşıyor olabileceğini düşünüyor,umudunu hiç bir zaman kaybetmedigini, ölmeden kuzenlerinle buluşacağını umuyor ve bu yüzden onu ve değerli eşi Germanos'a başka bir vesileyle yaptığım ziyarette direkt kendi başlarından geçen bu konuyu ve teyzesini ve neler yaşadıklarını anlatti. Yunanistan'dan kayip ailesi, yakınlarını arayan Anastasia ile direkt empati kurabildim çünkü benzer bir durumu da ben yaşamıştım, uzun yillar Türkiye'den başlayarak Yunanistan'a uzanan hiç de kolay olmayan bir arayışın sonrasında Selanik, Drama'da yaşayan akrabalarımı bulmuştum. Sonrasinda Yorgos Andreadis'in gerçek bir hikayeden, büyük bir trajediden yola çıkarak yazdigi Tolika adli eserinden yola çıkarak Bafra’da yaşayan yazar ve aktivistlerden yardım alarak ve onların uzun araştırmaları sonrası Bafra'da kalan Tolika’yı kardesi Sofya ile buluşturamazsak da o arayışı mutlu sona kavuşturmuş Tolika ve Sofya'nın çocukları olan Eleni ile Mehmet'i buluşturmustuk. O kavuşmayı, buluşmayı anlatan gazeteci Gonca Vural beni çok etkilemişti. O buluşma esnasında yanyana olamazsak da gözyaşlarımız buluşmuştu. Benim ailemin, Tolika’nin , Tamama'nin, Belaiya'nin, sevgili Mert Kaya'nin ailesinin ya da Anastasia'nin hikayelerinin benzerini yaşayan binlerce, onbinlerce insanımızın olduğunu biliyorum. O yüzden deneyimlerimizi, acılarımızı, yaşadıklarımızı paylaştığınızda belki de benzer arayışları olan yüzlerce, binlerce insanımıza bir umut kapısı, yaşadıkları büyük karanlığa bir nebze de olsa ışık olabiliriz diye düşünüyorum. Büyük uğraşlar ile bölünmüş onlarca aile birbirini buldu, bu konuda duyarlı olursak yüzlerce, binlerce kayip yakini ailelerine kavuşabilir diye düşünüyorum.
Sevgili Anastasia’nin kayıp teyzesi ile ilgili paylaştığı bilgiler ise şöyle: Anastasia’nin teyzesinin ismi daha önce belirttiğim gibi Anastasia daha sonradan Fatma ismini almış, evlendikten sonra Bazdan soyadını almış, aile Samsunlu, babasinin ismi Yorgos, annesinin ismi Parthena, dört kardeşler Xaralambos, Simela, Parthena, dördüncü kardeşin ismini bilmiyoruz.
Anastasia’nin (Fatma Bazdan) dört çocuğu var, üç tanesi erkek bir tanesi kadın, erkeklerin isimleri net olmasa da Fatma Bazdan’in kızının ismi Duriye ve İzmir’de bir bankaci ile evlenmiş olduğunu biliyoruz.
Erkek çocuklarının isimleri net olmasada Erkek cocuklarindan birinin resmi mevcut, onu söyleşide paylaştık. Aslinda Fatma Bazdan’in bir resmi mevcutmuş ama aramalar esnasında bulabilirler diye Almanyadan tanıdıkları bir kişiye bu resmi veriyorlar, o kişiye ve resime daha sonra bir daha ulaşamıyorlar. Samsundan Izmir’e uzanan bu trajedi belki bir nebze giderilebilir, ilk kuşaklar anneler, babalar,kardeşler bir birini görmeden, birbirlerine doyamadan yaşamlarını kaybetmişse de kuzenleri, geriye kalan aileyi bir araya getirebiliriz, bu konuda bilgisi olanlar, duyumları olanlar, benzer hikayeye rastlamış,dinlemiş olanlar varsa, aşağıda bırakacağım e mail adresine bilgi bırakabilir…
ANALİZ: Batı Asya ile Güneydoğu Avrupa'yı birbirine bağlayan ülkede Hristiyanların durumu belirsizliğini koruyor
Uzmanlar, Türkiye'nin Hıristiyanlara yönelik periyodik etnik temizliğinin dünyadaki Hıristiyanlara ve kurallara dayalı uluslararası düzene meydan okuduğunu söylüyor; ülkenin dindar-milliyetçi hükümeti ise soykırım geçmişini inkar etmeye devam ederken, laik bir devlet olduğunu iddia ediyor Avrupa Birliği.
Mart 1964'te, ABD ile müttefik bir NATO üyesi olan Türkiye, İstanbul'da yaşayan Rum Ortodoks Hıristiyanların iki hafta içinde ülkeyi terk etmeye zorlandıkları ve yanlarına yalnızca 44 kiloyu geçmeyen bir bavul ve değeri daha fazla olmayan nakit para almalarına izin verildiğine karar verdi. 22 ABD dolarından fazla (2024'te 222 dolar). Türkiye'de yaşayan tüm Yunan vatandaşları, çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede doğmuş olmalarına ve Yunanistan'ı hiç ziyaret etmemiş olmalarına rağmen sınır dışı edildi. Bunu Türk vatandaşı Hıristiyanlar takip etti.
Türk hükümeti varlıkların dondurulması ve ticari işlemlerin engellenmesi yönünde önlemler aldığından, sınır dışı edilen Hıristiyanlara terk edilmiş ev ve iş yerleri için tazminat ödenmedi. Bu etnik temizlik sırasında mülklere Türk hükümeti tarafından el konuldu ve el koymalar bir yıldan fazla sürdü.
1965'e gelindiğinde, İstanbul'un 1964 öncesi 80.000 kişilik Rum cemaatinden yalnızca 30.000'i kalmıştı. Bu sayı düşmeye devam etti. Boston College'dan profesör Elizabeth Prodromou, Register'a verdiği röportajda şunları söyledi: "Bugün Türkiye'deki Rum Ortodoks cemaati, yaklaşık 90 milyonluk bir nüfusta çok küçük sayıları (1.700 ila 2.000 kişi arasında) nedeniyle varoluşsal kırılganlık koşulları altında yaşıyor. , Rum Ortodoks nüfusun ortadan kaldırılmasına adanmış yüzyıllık hükümet şiddet ve şiddetsizlik politikaları ve Türkiye'de etnik ve dini çoğulculuğa yönelik yoğunlaşan toplumsal düşmanlık. Elbette uluslararası insan hakları ve daha geniş politika topluluklarının bu konulara karşı dikkat çekici kayıtsızlığı bu faktörleri daha da ağırlaştırıyor.”
1964 ve 1965 yıllarında Rumların sınır dışı edilmesi, 13. yüzyıldan 1922'ye kadar hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu ve günümüze kadar devam eden Türkiye Cumhuriyeti döneminde Türkler tarafından yapılan etnik temizliğin bir parçasıydı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeni Hıristiyanlara Osmanlı yetkilileri tarafından zulmedilmiş ve 1 milyondan fazla insanın ölümüyle sonuçlanmış, Keldani, Rum, Suriyeli ve Süryani Hıristiyanlar da hedef alınmıştı. 1923'te milliyetçi Türk hükümeti, İstanbul'da yaşayanlar dışında 1,2 milyon Rum Ortodoks Hıristiyanı da sınır dışı etti. Daha sonra, 1955'te kentte Yunanlılara karşı hükümet destekli ayaklanmalarda 1.000 kişi yaralandı ve 37 kadar kişi öldü. Ayrıca 200'den fazla Yunan kadın, kız ve erkek çocuğuna tecavüz edildi.
1964'te İstanbul'da gerçekleşen ve Yunanlıların Konstantinopolis adını verdiği etnik temizlik, 1960'ta Büyük Britanya'dan bağımsız hale gelen yakınlardaki Kıbrıs adasında Türkler ve Yunanlılar arasında gerginliklerin ortaya çıkmasıyla gerçekleşti. İki toplum arasındaki mücadele, ABD Başkanı Lyndon Johnson'ın bir uyarısıyla önlenen Türkiye'nin işgal tehdidiyle sonuçlandı. Ancak Türk ordusu 1974'te Kıbrıs'ı işgal etti ve ada Kıbrıs Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak ikiye bölündü. Sadece Türkiye ikinci yargı yetkisini tanıyor.
Ekümenik Ortodoks Patrikhanesi İstanbul'da bulunuyor ve Papa Francis'i sık sık ziyaret eden ve ekümenizm savunucusu olan Patrik Bartholomeos tarafından yönetiliyor. Bartholomeos, dünyadaki çeşitli Ortodoks kiliseleri arasında arabulucu ve kolaylaştırıcı olarak görev yapıyor. Türkiye, veto yetkisine sahipken, patriklerin Türk vatandaşı olmalarını şart koşarak seçimlerine müdahale ediyor. 1971'de Türk hükümeti ülkedeki tek ilahiyat okulunu kapattı.
Prodromou'ya göre Türkiye etnik temizliği için hiçbir zaman özür dilemedi ve varlığını inkar etmeye devam ediyor. "Hiçbir zaman bir soykırımı soykırım olarak adlandırmak istemediler ve herhangi bir tazminat veya tazminat ödemeyi reddettiler" dedi. Türkiye, Orta Doğu'da yaşayan Yunanca konuşanların İslam öncesi mirasına rağmen, milliyetçilerin yabancı bir varlık olarak gördüklerini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Röportajda, Türkiye'nin sözde laik hükümet politikasının, mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yoksul, kırsal, muhafazakar Müslüman seçmenlerini tatmin etmek istediğini söyledi.
Prodromou, "Türkiye, yalnızca Yunanlıların değil, aynı zamanda Ermenilerin ve diğer Hıristiyanların soykırımı için tazminat ödeme korkusu nedeniyle soykırım hakkında tartışmaları açmaktan korkuyor" dedi.
Prodromou, Türkiye'nin dünyanın en büyük kilisesi olan Ayasofya'nın İstanbul'da müze olarak değil cami olarak kullanılmasına izin verme kararını kanıt olarak gösterdi. Bu, 6 Nisan'da Bizans Hristiyan sanatıyla ünlü Chora kilisesinin camiye dönüştürülmesiyle birleşti ve o zamana kadar müze olarak korundu. Chora'nın hassas hazineleriyle ilgili olarak "Bu mozaikleri nasıl koruyacaklarını ve saklayacaklarını bilmiyorum," dedi. "2019'da dönüşümün duyurulmasında gecikme olmasının nedenlerinden biri de bu. Uluslararası toplumdan kelimenin tam anlamıyla hiçbir yanıt gelmedi. Hatta BM Ekonomik, Bilimsel ve Kültürel Örgütü'nden (UNESCO) bile cırcır böcekleri geldi," dedi.
Ayasofya'yı çevreleyen zarif mozaiklerin 1453'te Konstantinopolis'in düşmesinden sonra Müslümanlar tarafından sıvandığını hatırlatan Prodromou, Doğu ile Batı arasındaki bölünmeden çok önce, dördüncü yüzyıla dayanan Chora'nın kaderinin böyle olmayacağını umuyor.
Chora kilisesi artık giderek İslamcılaşan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı destekleyen Orta Anadolu Yarımadası'ndan gelen yeni gelenlerin egemen olduğu bir mahallede yer alıyor. "Türkiye bir karmaşa, bu da NATO'nun bir karmaşa olduğu anlamına geliyor, bu da transatlantik ittifakının bir karmaşa olduğu ve kurallara dayalı uluslararası düzen ve evrensel insan hakları hakkındaki tüm saçmalıklarımızın bir şakaya dönüştüğü anlamına geliyor" diye açıklıyor dini jeopolitik konusunda uzman olan Prodromou. ABD Uluslararası Dini Özgürlük Komisyonu'nda ve Uluslararası Ortodoks İlahiyat Derneği'nin Uluslararası İlişkiler Grubu'nda görev yaptı.
Hem Yunanistan hem de Türkiye, Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği'ne karşı bir siper olarak 1949'da kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) üyeleridir. ABD, en yeni üyeleri Finlandiya ve İsveç olmak üzere NATO'nun bütünlüğünü ve genişlemesini uzun zamandır vurgulamaktadır. Ancak, Türkiye 1964'te Yunanlıları sınır dışı edip Kıbrıs'ı işgal ettiğinde, ne ABD ne de diğer NATO ülkeleri direnmemiştir.
Rutgers Üniversitesi'nden Profesör Michael Rossi, Register'a Türkiye'nin "Ermeni soykırımı hakkındaki birincil kaynakların çoğunun geç Osmanlı belgelerinden geldiği düşünüldüğünde, inkarının komik olduğunu" söyledi. Modern Türkiye'nin ünlü kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün Hristiyanlara karşı bir cihat (din savaşı) yürüttüğünü kabul eden Rossi, sözde laik hükümetin mirasçılarının "tarihin geriye dönük olarak silinmesiyle" meşgul olduklarını söyledi. Türkiye, soykırımdaki rolünü inkar eden bir ülkenin iyi bilinen bir örneğidir.
“Ermeni Soykırımını Belgelemek” başlıklı bir deneme koleksiyonunda, İsrailli yazarlar Benny Morris ve Dror Ze’evi, Türkiye’nin katliamların Osmanlı rejimi sırasında kısa bir dönemle sınırlı olduğu ve küçük bir fanatik grubu tarafından yönetildiği anlatısına meydan okudu. Şöyle yazdılar: “Bu Hıristiyan topluluklarının yok edilmesi, üç ardışık Osmanlı ve Türk hükümetinin kasıtlı politikasıydı - çoğu Müslüman sakinin karşı çıkmadığı ve birçoğunun coşkuyla desteklediği bir politika” ve İslami dini liderler tarafından kışkırtıldı.
Türkiye, on yıllardır yeni kiliselerin inşasına izin vermemişti ve ancak 2023’te, yerel Katolik Kilisesi’nin Vatikan ve Ekümenik Patrikhane’nin arabuluculuğuyla yeni bir Süryani Ortodoks cemaat kilisesi için arazi bağışlamasının ardından bu izin verildi. Prodromou, bu gelişmeye rağmen Hıristiyanların statüsünün hala güvencesiz olduğunu söyledi. 2006 yılında Katolik bir rahip olan Andrea Santoro'nun öldürülmesini, 2016 yılında Amerikalı evanjelik papaz Andrew Bunson'ın tutuklanıp hapse atılmasını ve Ocak 2024'te İstanbul'daki bir Katolik cemaatinde bir cemaat üyesinin vurularak öldürülmesini kaydetti.
Türkiye'nin Hıristiyanlara zulmetme konusunda uzun bir geçmişi olmasına rağmen Prodromou, "Çoğu insan bilmiyor ve çoğu politikacı bilmiyor. Yaşayan hafızası olan Türkler var, ancak onlar yok oluyor. Genç Türk öğrenciler bilmiyor." dedi.
Konuyu dünyanın dört bir yanından öğrencilere 20 yıldan fazla bir süredir öğreten Prodromou, Türk öğrencilerinin Hıristiyanların soykırımından ve Yunanlıların sınır dışı edilmesinden habersiz olduğunu söyledi. "Türk öğrenciler ülkelerinin tarihinin ayrıntılarını öğrendiklerinde rahatsız oluyorlar. Hukukun üstünlüğünün sağlandığı bir toplumda özgürce yaşamak istiyorlar." diye sonlandırdı. Ama Türkiye, [Cumhurbaşkanı] Erdoğan'a tapınmasıyla Stalinizm unsurları taşıyan sert çekirdekli totaliter bir devlettir. Onlar böyle yaşamak istemiyorlar."
Osman
Feridunzade, Pontos halkının katili olarak bilinir. Hatalı olarak, kendisi ve
çetesi Laz olarak tanımlanmıştır. Osman ve ailesi çepni soyundan gelmektedir.
O dönemde, lazistan olarak adı geçen sancak Rize dir. Topal Osman Lazlara
güvenmezdi Onların içinde çok miktarda bolşevik vardı.
Osman Feridunzade, 1299 yılında (1883)
Giresun'nun Hacı Hüseyin mahallesinde doğdu.
Babası Feridunzade Hacı Mehmet Efendi, Annesi
Cemşitgillerden Zeynep Hanım’dır. (Hacı Mehmet Efendi’nin vefatı14 Nisan 1915, Zeynep Hanım’ın vefatı 7 Ekim
1939) dır.
Büyükbabası, Hacı İsmail Kaptan, denizaşırı ticaret
yapıyordu.Babası Hacı Mehmet Efendi ise
fındık ticaretiyle meşguldü. Aile, ‘orta ha denecek lli’ bir gelir düzeyine
sahipti.
Osman, ilk tahsili
için Hüseyin Mektebi’ne gitmiştir. Daha sonra, Kale Cami-i Şerifi yakınındaki
Giresun Rüşdiyesi’ne kaydı yapılmıştır. Zayıf şahadetname ile Rüştiyeyi terk
etmiştir.
Osman’nın gidişatından endişe eden babası, belki biraz
düzelir diye, 20 yaşına geldiğinde, onu evlendirmeye karar verdi.Panazoğlu İsmail Ağa'nın kızı Hatun Hanım'la,
2 Şubat 1903 tarihinde evlendi.Çekek
semtindeki yalıda otururken, İsmail ve Mustafa isimlerindeki oğulları dünyaya
geldi.
Topal Osman,
Hatun Hanım ile evliliği devam ederken, Dervişoğulları ailesinin altı
çocuğundan biri olan Zehra Hanımla, 1918 yılının Aralık ayında evlendi. Zehra
Hanım’ın baba adı Ali, anne adı Selimedir. Bu evlilikten bir çocuğu olmamıştır.
Tecavüz ettiği,
15 yaşındaki Ermeni bir kız çocuğundan da çocuk sahibi olduğuna dair dayanağı
güçlü belgeler vardır.
Ailenin ekonomik
işlerini yürüten, Abisi, Hacı Hasan Efendi olmuştur. Topal Osman, el koymayı ve
yağmalamayı bilirdi. Cahil olduğu için, ekonomi ile Hasan Bey ilgilendi. Hasan
Bey'i, Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomik modelinin ilan edildiği İzmir İktisat
Kongresi'nde (17 Şubat-4 Mart 1923)Tüccar delegesi olarak görürüz.
Mali ilişkilerinin
gelişimi
Hasan İzzettin
Dinamo ''Osman, dedesi gibi denizci, babası gibi muflis bir tacir olmayı bir
yana bırakıp, kolayca para kazanmanın yollarını aramaya başlamıştı’' diyerek
ailenin maddi durumunu ve Topal Osman'ın hırsını tanımlamıştı.
20 yaşına
geldiğinde,Panazoğullarının kızı Hatun
Hanım ile 2 Şubat 1903 tarihinde evlendi.
Hatun Hanım’ın babası Panazoğlu İsmail Bey, bölgenin
zenginlerindendi. Aksu'da, dört Rum tarafından kurulan, bölgenin en modern ve
büyük kereste fabrikasının arazisi ona aitti. Arazi kirası almaktan vaz geçip,
Osman'ı oraya 5. ortak yaptı. Bu fabrika, sonradan, tamamıyla, büyük oğlu
İsmail'in üzerine geçirilmiş olarak, devlet kayıtlarında görülmüştür. Bu
fabrikanın 26 bin m3 kereste imal ettiği sürede, diğer fabrikalar ancak 8 bin
m3 üretim yapabiliyordu.
1908 sonrası
Osmanlı Devleti, 1908 burjuva devrimi ile birlikte, yeniden
yapılanma içine girdi.İTC, 1908
devriminde, Ermeni ve Rum örgütleriyle ittifak yapmış olsa da, gizli
ajandasında, Türklük Sözleşmesi olduğu, kısa sürede, ortaya çıkacaktı.
1908 devrimini
takiben, ( 23 Temmuz 1908 2. Meşrutiyet ilanı) Osman’nın, siyasete ilgi duydu.
İttihat ve Terakki’ye katıldı. Hususi komiteye girdi. Hususi komiteye kabul
olunanlar, aynı zamanda Reji kolcusu yapılıyordu. Hem maaş alıyor, hem yasal
olarak, silah taşıyıp kullanabiliyor, çatışmada insan öldürme yetkisi
kazanıyorlardı. Reji, emperyalist devletlerin kuruluşuydu ama İTC ile iç içe
çalışıyordu.
Hususi Komite
denilen yapının, 1913 yılında kurulan, TM nin alt yapısını oluşturan
parçalardan biri olduğu düşünülebilir.
Osman, tütün
kaçakçılığı yapıyordu. Reji kolcusu olunca bu işi biraz daha büyüttü. 1910
yılında Yalı Kahve'yi açtı. Kahve, hem toplanma yeri, hem de tütün kaçakçılığı
için bir mekandı. Kahvede, kendi değil, daha sonra çetesine alacağı arkadaşları
dururdu. Çetecilik, bölgede, çok eskiden beri var olan durumdu. Hristiyan
köylerin yanına, silahlı, müslüman, göçmenler yerleştirmek Osmanlı
politikasıydı. Müslüman Gürcüler (Çveneburi 1828-29 ve 1877-78) , Çerkesler
(1864), Rusya dan göç ettirildiklerinde, Osmanlı devleti, onları, silahlandırdı
ve kendi emelleri için kullandı.
1912 Sopalı seçimler
1912 yılında
‘Sopalı Seçim’ olarak bilinen, seçim yapıldı. İtilaf Fırkasının kazanması
kesindi. İTC ve onun hususi komiteleri Hürriyet ve İtilaf Partisi adaylarına
saldırdırdı. Giresun’daki saldırıda Osman Feridunzade, ön saflarda yer almıştı.
Hürriyet ve İtilaf mümessilini linç etmeye teşebbüsten mahkemeye çıkarılarak
mahkum edilmişti. Kendince 'kahraman' olmuştu.
Balkan Savaşı ve
askere alınması
1912 yılında, Osman,
29 yaşındaydı. O zamana kadar, tertib-i evvel kurası çekmediği için Redif
(yedek) sayılıyordu. Trablusgarp Savaşı sırasında, Karadeniz bölgesinde
seferberlik ilan edilmemişti. Balkan savaşında seferberlik ilan edildi ve Osman
askere alındı. Babasının, tam o zaman bedel yatırdığı söylense de, seferberlik
nedeniyle, bedelin kabulü mümkün görünmüyordu. Devlet'in bedel yatırmış olunsa
dahi, seferberlik nedeniyle, askere alma hakkı vardı. Gönüllü yazılması için de
gereken şartlara haiz değildi. Gönüllülerin 5 aylık eğitimden geçme şartı
yerine getirilmemişti.
Özetle: Osman,
20 yaşından itibaren, her sene, askerlik kurasına girmiş, ancak tertibi evvel
olmayıp redif-yedek kalmıştır. 1912 seferberliğinde 29 yaşında askere
alınmıştır. Bedel yatırıldığı söylense de, gönüllü değil, redif birlikleriyle,
zorunlu olarak askere gitmiş, Balkan Savaşı'na katılmıştır.
Savaşta
yaralanıp Topal kalması
Savaşa katılmak, onun
için, kahraman olmak ve sonrasında da bunun nimetlerinden faydalanmak demekti. Savaşa
katıldığında, daha ilk çarpışmalarda, Bulgar topçusunun hedefi oldu. Yakınında
patlayan top mermisinin şarapnelleriye yaralandı, dizi parçalandı. Kahraman
olmaya fırsat bulamamıştı. Bıçakla yaralandığına dair anlatım doğru değildir.
Yaralı halde
İstanbul'a götürüldü. Dokuz ay tedavi gördükten sonra, tahminen, 1913 yılı Ekim
ayında Giresun'a döndü. Artık adı Topal Osman dı. Hristiyanlara karşı
nefreti büyümüştü.
Balkan Savaşı
sonrasında, Müslümanlık yanında Türklük egemenliği yükseldi. İTC bunu
körüklüyordu.
1914 Birinci Dünya savaşı
Birinci Dünya
Savaşı'nın başlaması, ilk önce, Rum tehcirini getirdi. Alman Genelkurmayı,
Osmanlı ordusu'nun, komuta merkezindeydi. Liman Von Sanders, Ege Bölgesi'ndeki
Rumların içeri sürülmesini istedi. Rum erkekleri, amele taburlarında yok
edildiler. Ayvalık ta yaşayan Rumlar ilk hedef oldu. Antik Helen bilincinin,
yeniden uyanış merkezi olarak bilinen Ayvalık köklerinden
koparıldı.Zeytinlikleri, fabrikaları hemen yağmalandı. Türkler, savaş sırasında
ne kazanabileceklerini görmüşlerdi.
1915 Ermeni ve 1916 Rum tehcirleri
Tehcir, hem nüfusu yok etmek, hem de
sermayenin el değiştirmesini sağlamak için bir araçtı.
1908 devriminin
'eşitlik' ilkesi gereği, zorla askere alınan Hristiyan erkekler, amele
taburlarında yok edildi. Erkekleri alınan veya dağa kaçan köyler savunmasız
kaldı.Evler, bahçeler, tarlalar, kadınlar, çocuklar yağmalandı.
Öldürülmeyenler, yük hayvanı gibi kullanıldılar.
Bacağı, nispeten
iyileşen Topal Osman, durumdan vazife çıkarmakta gecikmedi. Bölgesindeki zengin
Türklerin ve Devletin desteğiyle, Giresun Rumlarının mallarına el koymaya
başladı. Kayıklara binmesi yasaklanan Rumların tekneleri sahipsiz kalmıştı. İç
bölgelere sürülen Rumların fındık bahçeleri sahipsizdi. Fındık içi tesisleri,
fındık yağı tesisleri, yaptıkları onca içki, öylesine duruyordu. Topal Osman
çetesi ve diğer çeteler tarafından yağmalandılar.
''Giresun merkezinin, tehcirden, geçici olarak muaf
tutulmuş olmasına rağmen, Bulancak, Keşap, Yolağzı’nda yaşayan Rumlar, tehcir
edilmişti. Bulancak’a bağlı Tepeköy’de yaşayan Lambos Mavridis ‘’ 1916 da,
bizim köyden alınan 700 muhacirden, sadece 232 si geri döndü. Dönenler de Topal
Osman’nın zulmüyle karşılaştı. Sürgünden döndükten sonra (1916) bir altı ay
kadar, hayatta kalmayı becerdik. Sonra, Topal Osman çetesi gün ağarırken geldi
ve köyü sardı.Bütün köylüleri, teker
teker, bir araya topladılar. Ve kilisenin yanındaki bir eve kapattılar, erkek,
kadın, çocuk, kadın, bebek, ihtiyar demeden. Sonra evi ateşe verip herkesi
canlı canlı yaktılar!
Yakmadan önce de, dört beş kadını kendi zevkleri için
ayırdılar. İçeriye, evin etrafına, on teneke gaz döküp bir el bombası attılar.
Ev Kontos’a aitti. Her şey 15 dakikada bitti. Burada işi biten çete, başka
köylere gitmiş. On yedi köy bu şekilde imha edilmiş. Gözeren, Koltizi, Tepeköy,
Demirciköy, Yoma.. (Konstantinos Fotiatis)
Diğer bölgelerin de bundan farkı yoktu. Topal Osman çetesi
gibi bir çok çete vardı
Hurşit Cephesi ve
Topal Osman'ın cepheden kaçışı
Rus
ordusunun ilerleyişini durdurmak için, Teşkilat-ı Mahsusa alayları oluşturuldu.
Bu alaylara, bir çok çete dahil edildi. Çete başları, kendi çetelerinin başında
gözükse de, muazzaf subayların komuta kontrolü altındaydılar. Ordu, askere
alınabilecek herkesi aldıktan sonra, oluşturulan TM alayları içindeki çeteler,
askerlik çağına gelmemiş çocuklar, ihtiyarlar ve hapishaneden çıkarılan,
hırsız, tecavüzcü, katil, yağmacı mahkumlardan oluşuyordu. Osman, Hurşit
cephesinde, savaştan uzak bir kasabaya kurulup komutanlık taslamak isteyince,
savaşa gönderildi. Çetesi dağılıp kaçmaya başlayınca, kendisi de kaçtı. Cephe
komutanı Rıza Bey tarafından Divan-ı Harb'e verildi. Elli sopa ile
cezalandırıldı. Bir kez daha çürük raporu alıp geriye kaçtı.
Trabzonlu
Pirselimoğlu Albay Hacı Hamdi Bey komutasındaki 37. Fırka
Cephe gerisine
giden Osman'la, 37. Fırka komutanı Hamdi bey işbirliği yaptı. Hamdi bey de
çok zengin olmak istiyordu. Nemlizadeler'in damadı olması, ona bir çok kapıyı
açıyordu. Topal Osman'nın, kendine yeni bir çete toplaması için, ona, bir
kağıda yazıp imzaladığı 'asker kaçaklarını yakalama izni' verdi. Belgenin
resmi geçerliliği yoktu ama, savaş vardı ve Hamdi Bey güçlüydü. Kapı kapı
dolaşıp çete topladı. Orduya, yüksek fiyattan mal fatura edilerek
dolandırıcılık yapıldı Boşaltılan Rum köyleri yağmalandı, ele geçirilenler,
birlikte satıldı. Samsun-Çarşamba bölgesini talan ettiler. Öldürülenlerin,
yakılan evlerin, dağa kaldırılan kadınların hesabı sorulmadı. Hamdi bey ve
Topal Osman hakkında, bir çok şikayet vardı ama kim ne yapacaktı?
1917 Bolşevik
Devrimi
Bolşevik Devrimi
sonrasında geri çekilen Rus ordusunun boşalttığı yerlerde, küçük sovyet (şura)
devletleri kurulmuş olsa da İTC ve TM uzantısı 'Millici Güçler' bunları kısa
sürede ele geçirip yok etti.
Mondros Mütarekesi
Modros Mütarekesiyle umutlanan, Rumlar ve
Ermeniler, evlerine geri dönebilecekleri umuduyla, Anadolu'ya tekrar giriş
yapmaya başladı. İşgal güçleri gibi görüldüler ve silahla karşılandılar.
İngiltere- Fransa ikilisinin, insan hakları gibi bir kaygusu yoktu. Hangi
tarafla en karlı anlaşmayı yapabileceklerini düşünüyorlardı.
Sivas Divan-ı
Harbi
Yaptıklarından
ötürü, Sivas Divan-ı harbi'ne sevk edildi. Hamdi Bey'in ilişkileri devreye
girdi. Koruma altına alındı. Mahkemeye bile, yanında koruma olarak götürdüğü
iki çeteciyle katıldı. Bir süre Sivas ta kaldı ve sonra işinin başına döndü.
Naküyiddin Efendi ve Ahmet Kemal Varınca, bu süreçte yaşananları yazmıştır.
Girsun Belediye Başkanı ve Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı
Topal Osman, iki
defa, Giresun belediye Başkanlığı koltuğuna oturdu. İlk oturuşunda, Tehcir
suçlusu olarak arandığı için, kaçmak zorunda kaldı. Mustafa Kemal, 1919 da
Samsun'a gelince, Topal Osman'la Havza da buluşup, birlikte çalışmak üzere
anlaştılar. Onun sayesinde, 168 arkadaşıyla birlikte affa uğradı. Yeniden,
belediye başkanı oldu. Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti başkanı oldu. Sahil muhafaza
birliklerinin komutanı ilan edildi.
Güneybatı Kafkas Geçici Hükümeti
1 Aralık 1918-19 Nisan 1919 tarihleri
arasında yaşayabilen, Güneybatı kafkas geçici hükümeti, Anayasası yüzünden
'Demokratik Kars Cumhuriyeti' olarak da bilinir. Göründüğü gibi değildir.
Cumhurbaşkanı ve yardımcılığını alan Cihangirzade kardeşler TM üyesiydiler.
Giresun temsilcisi olarak Topal osman'ı atamış olmaları nitelikleri hakkında
bilgi vermektedir.
Mustafa Kemal
Samsun'da
Mustafa Kemal,
Samsun'a gönderilmeden önce, 6 ay, İstanbul'da misafir edildi. İstanbul işgal
altındaydı. İşgal devletlerinin istihbarat merkezi Pera Palas'tı. Mustafa
Kemal, ilk üç ayını, burada, yoğun görüşmeler yaparak geçirdi. Sonra, İtalyan
Sforza'nın girişimiyle kiralanan, Şişli'deki eve yerleşip 3 ay da orada
faaliyet gösterdi.
Filistin
cephesinde, Cephe Komutanı Liman Von Sanders'in, ön cephesş bozulunca, arka
kademe Mustafa kemal'in komutanlığına bırakılmıştı. Mustafa kemal, İngiliz
güçlerine karşı koymanın imkansız olduğunu, hemen, onlarla sulh yapılması
gerektiğini İstanbul'a bildirmişti. Mondros Mütarekesini de onun en yakın
arkadaşlarından Rauf Orbay imzalamıştı. Alman yanlısı Talat-Cemal-Enver
paşalar kaçarken, Mustafa Kemal, anlaşılabilecek yeni lider olarak görülmüştü.
Yunanistan'daki iç karışıklıklar, Bolşevik devrimi, büyüme
olasılığı olan yeni savaş yılları demekti. Türk ulus devleti'nin kuruluşuna,
Pera günlerinde onay verilmişti.
Şark Harekatı
Mustafa kemal, Topal Osman'ın, toplayacağı,
gayrı resmi kuvvetleri, Ermeni harekatında kullanmak istese de, ordu
komutanları 'adamları gelsin ama kendi gelmesin' uyarısını yapmıştır. Topal
Osman 850 kişi ile 12 Eylül 1920 de Trabzon'a gelir. 22 Eylül de oradan bölgeye
hareket ederler. Ancak, onlar Karsa'a vardığında, ordu, çoktan, Ermeni
harekatını tamamlamıştır. Buna rağmen, Topal Osman güçleri,, bölgede, dört ay,
köy köy gezmiş ve buraları yağmalamıştır. 1921 Şubat ayında trabzon'a dönerler.
Milli Muhafız Müfrezesi
Ankara'da, Mustafa
kemal ve Çankaya'yı koruyacak bir müfreze kurulması önerisi Ali Şükrü Bey'den
gelmiştir. Bunun üzerine Topal Osman'dan bir müfreze istenir. Ali Şükrü Bey,
bilmeden, kendi katili olacak kişileri Ankaraya getirtmiştir. ( 29 Nisan 19120)
İlk etepta, 10 kişi olarak kurulan müfreze, ilerleyen
zamanlarda 200 kişiye ulaşacak, doğrudan topal Osman'a bağlı bir ordu haline
gelecektir.
Çankaya'yı korumak
için gelen müfreze, yol üstündeki İnebolu'yu yağmalamış, Mustafa Kemal'e
şikayet edilse de 'İhtimal vermiyorum' cevabı alınmıştır.
Topal Osman, Ankara
da olmadığı zaman, Müfreze komutanı Mustafa Ağa olacaktır. Topal osman'ın
eniştesine rakip olan doktorları öldürmekten hüküm giyip, deli raporu alınarak
serbest kalan Mustafa Ağa...
30Kasım tarihinde
Giresun Mutasarrıflık olur. (Liva)
Koçgiri6 Mart
1921-17 Haziran 1921
Nurettin Paşa ile Koçgiri katliamına katılan Topal Osman,
Yolu üzerindeki Rum köylerini de vurmuştu. Karlı arazide yol açmak için, 120
Rum gencini alıp, kuvvetlerinin önünde yürütmüştü. Hiç birisi geri dönemedi.
Ermeni katliamında işbirliği yapmayan Kürt güçleri vurulup, köylüler öldürülüp,
köyler yağmalandıktan sonra, meclis soruşturmasında, Nurettin Paşa'yı ''Bütün
sorumluluk benim' diyerek, Topal Osman kurtarmıştı. Arkasını Atatürk'e dayadığı
için dokunulamamıştı.
Merzifon katliamı 1921
Merzifon baskını, sırasında, yerleşim yerlerine saldırmış,
kadınları çocukları, bazı evlere hapsederek yakıp öldürmüş. Genç
kadınları,alıkoymuş, toplu tecavüz ve işkenceyle öldürtmüştür.
Topal Osman çetesi, Koçgiri savaşından yağmalananları,
Merzifon katliamı sonrası, Merzifon Meydanın da sattı. Merzifon dan ayrılırken,
Türklerin atlarını ve arabalarını da silah zoruyla aldı. Merzifondan
yağmaladıklarını yükleyip götürdü. Bu yaşananları, devlet görevlileri kayıt
altına aldı ama Osman'a dokunmak mümkün değildi.
Sakarya savaşı 23 Ağustos 1921-13 Eylül 1921
Cephe savaşları, Topal
Osman ve çetecilerine göre değildi. Savaş sırasında, 'Giresun Alayı' dedikleri
birlik, ilk dağılıp kaçanlardan oldu. Birliğin %70 şi kaçıp dağılınca, toplu
bozgun geldi. Buna sinirlenen Osman, ailelerini Giresun da rehin tutatak,
kendine Bando yaptığı Rum müzisyenleri kurşuna dizdi. İçlerinden biri kaçarak
kurtuldu ve yaşananları yazdı.
Kahya Yahya ve Topal Osman
Kahya Yahya, trabzon vilayeti kayıkçılar
kethüdasıdır. Bu unvanı 17 yaşında, babasının ölümüyle almıştır ve resmidir.
Emrinde, bin kişilik silahlı bir gücü vardı. İstanbul-İzmir-Mersin-Samsun
limanları işgal altındayken, Ticaretin yapılıp paranın aktığı tek Liman Trabzon
du. Yahya, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin gayrı resmi üyesiydi ama, kasa
ondaydı ve kararlara imza atıyordu.
Ankara Meclisi açılınca, Heyet-i Temsiliye'nin arkasındaki
güç olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri işlevzisleştirilmek istendi. Mustafa Kemal
ve arkadaşları iktidarı paylaşmak istemiyordu. Erzurum Kongresinin çıkış
noktası Olan Trabzon Müdafaa-i Hukuk cemiyetinin gücünü almak gerekiyordu. Önce
soruşturmak için heyet gönderildi. Daha sonra da, Mustafa Kemal'in korumalığını
yapan, Topal Osman'nın iki çetecisinıin başına, Meclis muhafaza tabur komutanı
İsmail Hakkı Tekçe getirilerek, Yahya Suikastle öldürüldü. (3 Temmuz 1922)
Suikast, Ankara da planlanmıştı.
Ali Şükrü bey
Cinayeti 1884- 27 mart 1923
Ankara Meclisinde,
birinci grup Kemalistler, İkinci grup ise muhalefet olarak bilinirdi.
Muhalefet'in başı Ali Şükrü Bey di. MHC dönemi ile meclis döneminin çatışması
veya, Trabzon burjuvazisi ile Ankara burjuvazisinin hesaplaşması diyebiliriz. Şükrü
Bey ve arkadaşları, Mustafa Kemal'in, başkomutanlık yetkisiyle, meclis
idaresini, tek başına temsil etmesine karşıydı. Misak-ı Milli yi savunuyorlardı
ve Lozan görüşmelerine giden İsmet Paşa'nın, Meclis kararı olmadan, sınırları
değiştirme yetkisi olmadığını söylüyorlardı. Muhalefet güçlüydü ve sağlam
dayanakları vardı. Ali Şükrü öldürülerek, muhalefet bastırıldı. Meclis fesh
edildi ve yerine, muhalefetsiz bir meclis kuruldu.
Ali Şükrü Bey de,
en az Topal Osman kadar, Pontos düşmanıydı. Trabzon'da, yaşlı bir Rum, Valilik
izniyle, tedavisi yapılmak için, İstanbul'a gönderildiğinde, Ali Şükrü bunu
meclise taşımıştı. '' Madem ki ailesinde Pontosçuluk yapan vardır. O da
cezasını çekmelidir. Valinin yaptığı nedir? Ölsün! Can çekişerek ölsün! Hepsi
ölsün!'' diyen biridir.
Erzurum Kongresinde, Trabzon delegelerinin, Mustafa Kemal'e
muhalefet ettiği bilinmektedir. Giresun dan giden iki delegenin (Ali Naci
Duyduk ve İbrahim Bey) de muhalefet etmiş, Topal Osman'nın ölüm tehditiyle
kaçmak zorunda kalmışlardı.
Ankara Meclis'i ilk açıldığında, Meclise gitmek üzere yola
Trabzondan yola çıkan, 6 vekilden, (sonradan Ordu vekili Recai Bey de katıldı)
Trabzon vekili İzzet Bey (Eyübizade) ve Gümüşhane vekili Alemdarzade Ziya Bey,
yolda öldürüldü. Diğer vekillere bir şey olmadı.
Trabzon valiliği yapan, sonrasında vekil olan Deli Hamit Paşa, meclis binasında
vuruldu. Hastaneye götürülmedi. Dört gün can çekişmesi izlendi. Türk
burjuvazisinin,Trabzon-Ankara çekişmesi, kanlı suikastler zinciridir.
Topal Osman'ın öldürülmesi2 Nisan 1923
Ali Şükrü'yü
öldüren, Topal Osman ve çetesini, Mustafa Kemal, son dakikaya kadar korudu.
Başkomutanlık yetkisi olduğu için, onu korumakla yükümlü muhafızların
komutanına, onun izni olmadan dokunulamıyordu. Meclis Başkanı Rauf orbay'ın
ısrarına rağmen, Mustafa Kemal izin vermiyordu. Sonunda, Rauf Bey, 'O zaman,
ben yarın bunu mecliste açıklayacağım' deyince, evet demek zorunda kaldı. Topal
Osman'ın, bunu ihanet olarak görüp, köşke saldıracağını bildiğinden, o gece,
gizlice, köşkü terk ettiler.
Yahya'ya suikast
tertipleyen İsmail Hakkı Tekçe'ye, yeniden, iş düşmüştü. Topal Osman çetesi,
köşkü bastı ancak, boş buldu. Topal Osman yaralı olarak ele geçirildiyse de
kafası kesilerek öldürüldü. Konuşamaması garanti altına alınmıştı. Meclis
kararıyla, Meclis önünde, ayaklarından asılarak teşhir edildi.
Topal Osman'ın
komutasındaki koruma birliğinde, Ali Şükrü'nün iki adamı vardı. Bir tanesi
yeğeniydi. Çete mensupları, cinayeti ihbar edenin 'içeriden biri' olduğunu
söylemiştir. Bu iki kişi, çatışma anında, orada olmadıkları halde,
öldürülmüşlerdir. İsmail Tekçe'ye bağlı birlik tarafından öldürüldükleri
düşünülür.
Öldüğünde 500 bin lira nakit para ve bir çuval dolusu
tapuyu miras olarak bıraktı. Cumhuriyet bu serveti ve tapuları onayladı.
Tufan Şişli
*Yunanistan'ın Selanik kentinde Pontos soykırımı anmalari kapsamında 18 Mayıs 2024 tarihinde Nikos Kapetanidis Derneği tarafından gerçekleştirilen panelde konuşan Tufan Şişli'nin sunumunun tam metnidir
Pontus Rumlarının Soykırımı: Meclis Genel Kurulu Özel Oturumunda Yaşananlar şöyle:
Yunanistan Parlamentosu, özel bir Genel Kurul Toplantısı ile, kurbanlar için bir dakikalık saygı duruşunun yapıldığı Pontus Rum Soykırımı'nı Anma Günü'nü "onurlandırdı".
Toplantıya katılma fırsatı bulan tüm milletvekillerinin ortak noktası, Soykırımın uluslararası düzeyde tanınmasının gerekliliğiydi.
Hükümeti Kültür Bakanı Lina Mendoni, Parlamento Başkanlığı'nı başkan yardımcısı G. Georgantas, ND'yi Lazaros Tsavdaridis, SYRIZA-PS'yi Rallia Christidou, PASOK-KINAL'ı Dimitris Manzos, KKE temsil etti. Paraskevi Daga, Helenik Çözüm Stylianos Fotopoulos, Meropi Tzoufi'den Yeni Sol, Dimitrios Natsios'tan Niki, Petros Dimitriadis'ten Spartalılar ve Zoe Konstantopoulou'dan Pleussi Eleftherias.
Kültür Bakanı Lina Mendoni, Parlamentonun otuz yıl boyunca ulusal ve evrensel önemli bir borcu yerine getirdiğine dair hakim olan sempati duygusunu övdü: 19 Mayıs'ın Pontus Rumlarının Soykırımını Anma Günü olarak belirlenmesi, tarif edilemez bir vahşetin, katliamın, zulmün ve nihayetinde yerlerinden edilmenin yüzbinlerce kurbanına asgari saygıyı gösteren, evrensel radyasyona sahip bir tarihsel adalet eylemi. Lina Mendoni, Türkiye'ye Soykırımı kabul etmesi çağrısında bulunarak, bu itirafın bir intikam ve cezalandırma meselesi olmadığını, bir adalet meselesi olduğunu ve uluslararası toplumla ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıç noktasını belirleyeceğini belirtti. Lina Mendoni, komşularımızın bunu modern ulusal yaşamlarının kurucu bir olayı olarak onurlandırma hakkına sahip olduklarını, ancak aynı zamanda bunu yapmaları gerektiğini de sözlerine ekledi; çünkü adalet ve nesnel tarihin gerektirdiği şey, onun karanlık taraflarından uzak durmamak, inkar edilemez tarihsel kanıtlarla kaydedilen iğrenç olaylar.
Parlamento Başkan Yardımcısı G. Georgantas, bu yılın Pontus Helenizminin atalarının evinden "suç yoluyla" yerinden edilmesinin katledilmesinin ve yok edilmesinin 105. yıl dönümü olduğunu vurguladı. "Dünyanın her yerindeki Yunan erkek ve kadınları için 19 Mayıs sadece bir anma günü değil, aynı zamanda bir yas günüdür. Kemal Atatürk'ün Jön Türkleri'nin 350.000 bin kişinin ölümüyle ve hatta daha fazlasının yerinden edilmesiyle sonuçlanan Türk zulmünün tarihi travması hiçbir zaman iyileşemeyecek ama asla unutulmayacaktır. Unutkanlık bu insanların özelliği değildir. Bu nedenle, hem uluslararası toplumun hem de Türkiye'nin kendisi tarafından Pontian soykırımının tanındığını iddia etmek için şiddetli bir sesle ısrar ediyoruz ”dedi.
ND'den Lazaros Tsavdaridis, 1994 yılında Yunanistan Parlamentosu'nun oybirliğiyle 19 Mayıs'ı Küçük Asya'daki Yunanlılara Yapılan Soykırımı Anma Günü ilan etme kararı aldığını hatırlatarak, Pontus Helenizmi'nin 1994'ten bu yana gerçekleşen katliamlarını, yerinden edilmelerini ve soykırımını tanıdığını hatırlattı. 1914-1923 döneminde Jön Türklerin ve aynı zamanda Kemalitlerin hareketi. Pontus Helenizmi Soykırımı'nın dünkü yıldönümünün, tüm Rumların ve özellikle Pontusluların her gün taşıdıkları şeyleri takvime kaydeden bir tarih olduğunu ekledi. Ruhumuzda derin bir acı, "çünkü anılar her gün içimizde yaşıyor, nesilden nesile aktarıldı ve aktarılmaya devam edecek, köklerimizi ve borcumuzu canlı tutalım" ve bir olanın ağır gölgesinden asla ayrılmamamız çağrısında bulundu. Pontus halkının kahramanlığının parıltısını söndürmek, ama aynı zamanda unutulmaz vatan sevgisini yok saymak, ancak uluslararası toplumun Türkiye'nin en büyük suçlarından birini unutmasına asla izin vermemek, ırkımızın modern tarihinin en kara sayfalarından biridir. Kıbrıslılara, Küçük Asya'ya ve Ermenilere karşı işlenen suçların yanı sıra, tek amacı Doğu'yu Helenleştirmekten arındırmak olan insanlığa karşı saldırıdır.
SYRIZA-PS'den Rallia Christidou, Türk devletinin Pontus Helenizmine yönelik soykırımının, tarihsel yolunu kesintiye uğratmadığını ve ulusal kimliği, dili, ahlakı, gelenekleri, popüler gelenekleri ve kültürünü korumayı başardığını, bunun yerine bütünleşmeyi başardığını kaydetti. Burada ve her yerde sürekli olarak aktif ve yaratıcı bir varlığa sahip olmasını sağlayan canlılık, dinamizm ve bağımsız ilerici ruh sergileyen ulusal yapı. Türk milliyetçiliğinin Pontuslulara yaptığı soykırımın modern tarihin en kara sayfalarından biri olduğunu, nefretin, hoşgörüsüzlüğün ve milliyetçiliğin her zaman insanlık trajedilerine yol açtığını hatırlattığını, tarihi gerçeğin öne çıkarılmasının günümüzde bir talep olmaya devam ettiğini sözlerine ekledi.
PASOK-KINAL'dan Dimitris Manzos, tarihsel olarak belgelenen Pontus Helenizminin, yok edilinceye kadar aşamalı olarak yerinden edilme, ekonomik tükenme ve en sonunda da ölüm mangaları yaşadığını vurgulayarak, bunun Ermeniler, Süryaniler ve Pontus Rumları pahasına trajik bir soykırım üçlemesinin ikincisi olduğunu ekledi. Yirminci yüzyılın başlarında, ne yazık ki Yahudilere yönelik Holokost'ta ve aynı zamanda gezegenimizin diğer bölgelerinde meydana gelen soykırımlarda da izlenen bir model. Ancak her zaman yaratıcı olan Pontus Helenizmi varlığını sürdürdü. Acılara rağmen, acılara rağmen ayakta kalmayı başaramadı; köklerini, geleneğini, kültürünü korudu. Ailelerini kaybetti, evlerini kaybetti ama Pontus Helenizmi asla köklerini kaybetmedi.
KKE'li Paraskevi Daga, bugün Pontus halkının tarihindeki en büyük onurun, hiçbir halkın yaşadıklarını bir daha yaşamaması için verdiği mücadele olduğunu, bu nedenle bunun ülkemizin kurtuluş mücadelesiyle doğrudan bağlantılı olduğunu vurguladı. ABD, NATO ve Avrupa Birliği'nin bölgemizdeki tehlikeli planlarından, ülkemizi saldırı mıknatısı haline getiren tüm NATO üslerinin kapatılmasına, Yeni Demokrasi Hükümeti sorumluluğunda ülkemizin müdahalesinin durdurulmasına ve Ukrayna ve Ortadoğu'da yaşanan katliama diğer tarafların hoşgörüsüyle, işgalci İsrail devletinin Filistin halkına uyguladığı soykırımı durdurmak.
Greek Solution'dan Stylianos Fotopoulos, 350.000 kişinin adalet aradığını, resmi Türkiye'nin ise Pontus'taki Rumların katledildiğini her zaman inkar ettiğini ve su götürmez belgelerle karşılaştığında bunları savaşın kaçınılmaz aşırılıklarına ve yandaşlarına atfettiğini söyledi. hava koşulları ve benzeri diğer faedralardan kaynaklanan kayıplar.
Yeni Sol Milletvekili Meropi Tzoufi, Pontus Soykırımı'nın uluslararası alanda tanınması yönündeki haklı talebin geçerliliğini koruduğunu, ancak uluslararası tanınma mücadelesinin bölgede barış ve istikrar için verilen günlük mücadeleyle birleştirilmesinden başka bir şey yapılamayacağına dikkat çekti.
"Türk hükümetlerinin bugüne kadar Jön Türk hükümeti tarafından gerçekleştirilen Pontus'taki üç yüz elli üç bin Rum'a yönelik soykırımı tanımayı reddetmesinde, mevcut ve Türkiye'nin bundan sonraki hükümetleri de aynı politikayı diğer halklara karşı tekrarlayacaktır. Bu nedenle, BM İnsan Hakları Komisyonu'ndan, kendi yetkileri dahilinde, ırkımızın çiçeğinin organize bir şekilde yok edilmesinin kahramanlarını, yaptıkları katı eylemler nedeniyle, insan haklarının ve insanlığın düşmanları olarak nitelendirmek için gerekli tüm yasal prosedürleri başlatmasını talep ediyoruz." . Pontusluların bu kararıyla başkan Nikis Dimitrios Natsios Genel Kurul'daki konuşmasını sonlandırdı.
Spartalıların milletvekili Petros Dimitriadis, Türklerin bugün bile sadece Soykırımı tanımayı reddetmekle kalmayıp, sürekli kışkırtıcı açıklamalarda bulunduğunu ve yeni soykırımlar istediklerini söyledi. 353 bin Pontus Rumunu unutmadığımızı, Pontus soykırımının uluslararası toplum tarafından tanınmasını ve Türkiye'nin bir gün nihayet soykırımı tanımasını talep ettiğimizi vurguladı.
Seyrüsefer Özgürlüğü Başkanı Zoi Konstantopoulou, İkinci Dünya Savaşı'nın bitiş yıldönümünde olduğu gibi, Ermeni Soykırımı'nın yıldönümünde de olduğu gibi bu yıldönümünün de geçerliliğini yitirdiğinden söz ederek, eskimenin tarihi bir sorumluluk olduğunu vurguladı. , soykırımın basit bir hatırlatıcısı değil, "Bir daha asla!" şeklindeki önemli ve pratik iddianın ifadesidir. yaygındır.