"İzmir'i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, ödeme ve gazinolar kalırsa azınlıklardan kurtulamayacağımız mı korkuyorduk? Ermeniler tehcir olduğunda, semtleri gen bu korkuyla yakmıştık"
Bu hafta, tarihimizin utanç sayfalarından birini listelediğinde 6-7 Eylül 1955 yağmasının yıldönümü vesilesiyle bir parantez açmaya niyetlenmiştim.
Ama 7 Eylül tarihli gazetemizde Foti Benlisoy'un “6-7 Eylül'ün hesabı sorulmadı” mesaj yazısı yayımlanınca yeni bir konu seçmem gerekti.“Yeni” diyorum ama epeydir, hep aynı konu konuştuğumuz için, yeniliği kendinden menkul bir konu konu bu.
Mustafa Armağan'ın yönetiminde 6. sayısı "Derin Tarih dergisi, bu ay 9 Eylül 1922'de İzmir'in geri alınışının hemen ardından ve İzmir'in en mamur, en güzel mahallelerini yok eden büyük yangını kimin çıkardığı konusunu işlemiş. Dergi benden de görüş istemişti, ancak bilgisayarımla ilgili teknik bir sorun yüzünden düşünelerimi zamanında kaleme alamamıştım.Dergideki yazı okuduktan sonra, bu aksiliğe çok hayıflandım. Dosya yazarlarından Yaşar Aksoy “İzmir'i Ermeni çeteleri yaktı!” derken, Oktay Gökdemir aynı kesinlikle “İzmir'i Türkler yakmadı!” diyor. (Ünlemler bana ait değil, yazılarının başlıklarında var.) Bestami Bilgiç ise Ermenilerin yangınla ilişkilerini, o Takibi Ermenilerin birçoğunun mülklerini yabancı sigorta şirketlerine sigortalatmış iddiası (Yazar bu poliçeleri henüz tam olarak görmediğini) çalışıyor kurmaya çalışıyor. Dönemin itfaiye misyon şeflerinin kâh Ermenileri, kâh Yunanları, kah Türkleri suçlayan yorumlarına dair söyleyeceklerim de ama diğer yerimi Türk tarafının İzmir yangını sırasını tutumuna ayırmayı daha doğru buldum.
İstediğin kaynakların istediği gibi Rum mahallesinden ister daha sonra pek çok kaynağın ittifak edeceği gibi Ermeni mahall çıksın, 13 Eylül'de aslında pek çok noktadan birden yangın, o ana kadar denizden esen hâkim rüzgâr imbatın yerini, güney-güneydoğuünden rüzgârın almasıyla 14 Eylül'de batıya doğru yayılmıştı. Yangın 15 Eylül'de kontrol altına alındı ama ancak 18 Eylül'de söndürülebildi. 23 Eylül günü Hisar Camii arkasında yeni bir yangın başladı. 30 Eylül'ü bulacaktı Şehrin tekrar güvenli hale getirildi. Bu tarihe kadar Ermeni Rum mahalleleri tamamen, Avrupalıların yaşadığı Frenk mahallesi ise onu yanılmıştı. Muhtemelen 15 Eylül'de rüzgârın tekrar imbata dönmesi sayesinde Türk ve Yahudi mahalleleri zarar görmemişti.
Yangında yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, işyeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta yok oldu. Türk ordularının önünden İzmir'e doğru sürülen Rum ve Ermeni sayısının İzmir'de yaşayanlarla birlikte 500 bine yakın olduğu, ancak 320 bininin gemilerle tahliye edilebildiği, geri kalan 180 bin sunu sırasında çeşitli biçimlerde yaşamını yitir ileri ayakta kaynaklara göre göre göre göre göre şehir gayrimüslim ahalisinden bir çünkü kendiliğinden 'kurtulmuştu.'
Mustafa Kemal'in tavrı İzmir'in
geriışının arifesinde Nif (bugünkü Kemalpaşa) bir Belkahve'den bakarken “Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm” diyen Mustafa Kemal'in yangın sırasındaki tavrı birkaç muammadır.
Mustafa Kemal'in yaveri Salih Bozok'un anlattığına göre alevler 'Gavur İzmir'i bir yığınına dönüştürürken, ileride Mustafa Kemal'in kayınpederi olacak Uşakizade Muammer Bey'in Göztepe'deki köşkünde birafet ziyafet verilmekteydi. Bozok şöyle devam eder:
“Gazi, terasta kurulmuş olan sofraya Fevzi ve İsmet paşalardan başka beni, Muzaffer'i ve ev sahibimiz Latife Hanım'ı aldı. Fevzi Paşa Hazretleri'nden başka herkes önündeki kadehleri zevkle doldurdu. Mezeler çeşitli ve nefisti. Fevzi Paşa içmediği halde kalamar tavadan tabağına öbek alıyor, 'Bu İzmir'in kalamarı da pek başka oluyor, aman pek özlemişim' diye afiyetle yiyordu. Velhasıl herkes son kertesine kadar sofradan ve geceden memnundu. (Aktaran İsmet Bozdağ, Atatürk'ün Başyaveri Salih Bozok Anlatıyor, Truva Yayınları, 2005, s. 8-9.)
Salih Bozok, 30 Ocak 1939 tarihli Cumhuriyet gazetesinde başka ayrıntılar da veriyor o ziyafete dair. Bozok'un anlattığına göre denize nazır terasta Mustafa Kemal ile Latife bir ara kalmışlardı. Latife anne ve babasından, yaptığı işlerden söz ediyordu. Mustafa Kemal de ona Başkumandanlık Meydan Muharebesi'ne ait hatıralarını anlatıyordu. Yangın bütün dehşetiyle sürüyordu. Kordon Boyu ve bugün fuarın yerini alevler içindeydi. İki yaver konuşmaları duyuyordu. Mustafa Kemal Latife'ye sordu: "Bu yangın yerinde büyüklük ait emlak var mıydı?" Latife, “Emlakimizin mühim bir kısmı yanan sahadadır” demiş ve heyecanla eklemişti: “Paşam isterse hepsi yansın. Yeter ki siz sağ olun. Bu mesut günleri gören insanlar için malın ne kıymeti olur? Memleket kurtuldu. İleride olanları yeniden ve daha mükemmel bir surette yaptırırız. ” Bu cevap Mustafa Kemal'in çok hoşuna gitmişti. "Evet! Yansın ve yıkılsın ”dedi. "Hepsinin telafisi mümkündür ..."
Ankara'dan Yakub Kadri ile birlikte gelerek ziyafete katılan Falih Rıfkı ise Mustafa Kemal'in 'yalçın ve yırtılmaz sakinlikle' yangını izlediğini teyit edecekti. Falih Rıfkı'nın yangını kimin çıkarttığı bildiklerini yazının sonunda okuyabilir. Simdi devam edelim. Peki, o gün sofrada kalamar ziyafeti çeken Fevzi Paşa'nın düşüncesi nedir? "İzmir'e giriş: Bilhassa iki tarihi hadisenin acı akıbetli iki olayını yarattı. tesadüf denilen müessir amil olmuştur. " (Süleyman Külçe, Mareşal Fevzi Çakmak, Askeri Hususi Hayatı, I, Cumhuriyet Matbaası, 1953, s.236.
Fevzi Paşa az konuşur ama önemli bir ifşaatta bulunur. Yangının faili en azından o günlerde, rejimin en önemli, güvenilir adamlarından biri bellidir. Ama nedense Fevzi Paşa'nın bu sözleri tarihin tozlu raflarında unutulur gider.
Fevzi Paşa'nın bu tezini başka bir belge, İtilaf resim'in Fransız Kumandanı Amiral Dumesnil'in 11 Eylül 1922 günü Konak'ta Nureddin Paşa'yla, 15 Eylül 1922 günü de Mustafa Kemal'le Göztepe'de görüşme tutanaklarıdır. Buna göre Dumesnil 15 Eylül'de Mustafa Kemal'e, yangını Türklerin çıkardığı yolundaki söylentileri aktarmış ve “Birçok kişi Türklerin ateşe gaz döktüklerini birtakım teferruat ile anlatıyorlar. Ben derhal kurmay heyetimin zabitleri tarafından tahkikat yaptırdım. Bu tahkikat, dolaşan rivayetleri teyit etmedi. [Ancak] İngiliz amirali Türklerin mesuliyetine göre Söylendiğine göre ”demiştir. Mustafa Kemal yangının işgalden önce ziyaret bir teşkilatın eseri olduğu belirtince, Amiral Dumesnil kendisinden Batılı çevreleri ikna etmek için daha güçlü bir tekzip yapmasını ister. Ancak Mustafa Kemal'den duyabildiği en ağır ifade “Evet bu yangın nahoş bir hadisedir” olur. Amiral bu sözün biraz zayıf göründüğünü belirtir, ancak Mustafa Kemal'den daha farklı duyamaz. Sonra Mustafa Kemal konuşmayı İtilaf Resim ile yapılacak barış müzakerelerine getirir ve yangın meselesini kapatır. (İlhan E. Postacıoğlu, Atatürk'ün Önünde Tarih Bakaloryası, Erler Matbaacılık, 1977, s.43-68)
Ancak 17 Eylül 1922'de Mustafa Kemal İstanbul'daki Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey'e bir telgraf göndererek Dumesnil'e sadece 'bir teşkilat' diye işaret ettiği şüphelilerin tarifini yapar. Telgrafta sadeleştirilmiş dille şöyle denmektedir: “İzmir yangını hakkında aşağıdaki beyanatta bulunmaktır. Ordumuz İzmir'i her türlü kazadan muhafaza etmek için şehre girmeden evvel tedbirler almıştır. Ancak Yunanlılar ve Ermeniler daha evvel vücuda getirdikleri teşkilatla İzmir'i toptan yakmaya ilan etmişlerdir. Kiliselerde Hrisostomos'un vermiş olduğu nutuklar ki İslamlar tarafından işitilmişti, İzmir'i yakmak bir dini vazife olarak tebliğ edilmiş bulunuyordu. Yangın bu teşkilat tarafından meydana getirilmiştir… ”(Bilal Şimşir, Atatürk'le Yazışmalar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1981, s. 274)
Falih Rıfkı'nın itirafları 18 Eylül'de Halide Edip Hanım, Mustafa Kemal'le birlikte Göztepe'deki eve giderken, Latife Hanım'ın, çocuklarının yangında bir servet kaybettiği halde buna aldırmayacak kadar vatansever oluşundan söz edilir. Yemekte Latife Hanım'la Mustafa Kemal birbirinin gözlerinin içine bakarlar.
Peki, İzmir'in simsiyah dev bir çukura dönüşmesine neden olan o korkunç yangın sırasında, gayet soğukkanlı davranan, ziyafetlere katılan, ileride olacak olacak Latife Hanım'la romantik anlar yaşayan, yangını ise 'nahoş bir olay' diye geçiştiren Mustafa Kemal daha sonra İzmir yangını hakkında konuşmuş mudur? Maalesef hayır. Örneğin İzmir'de irili ufaklı yangınlar sürerken 4 Ekim 1922 günü TBMM'nin gizli celsesinde konuşmada yangına tek bir cümle ile bile değinmemiştir. Daha sonraki oturumlarda da Sakallı Nureddin Paşa ve şürekâsının gazlı mallardan, başıbozuk Türk birliklerinin gerçekleşeceği hasarlardan bahsedilmiş ama yangına, yangını kimin çıkardığına değinilmemiştir. Sanki milletvekilleri için böyle bir yangın yoktur. Mustafa Kemal, CHP'nin 15-20 Ekim 1927 tarihinde Ankara'da toplanan ikinci kurultayında Parti Genel Başkanı sıfatıyla 36,5 toplu Nutuk'ta tam 16 sayfa boyunca, Sakallı Nureddin Paşa'yı yerden yere vurduğu halde İzmir yangınına süt tek kelime etmemiştir . Peki daha sonra, hemen onun hakkında konuşan, onun hakkında fikrini bildiğimiz Mustafa Kemal, İzmir yangını hakkında konuşmuş mudur? İlginçtir,
Peki, Mustafa Kemal'in yangın söndürme suskunluğunun ve Nureddin Paşa'nın bu öfkesinin altında yatan nedir? Bunun cevabı belki de Falih Rıfkı'nın şu satırlarında gizlidir:
“Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte o zamanki ordu komutanı Nureddin Paşa'nın hayli marifeti olduğunu da söyleyenler çoktu. Atatürk'ün Nureddin Paşa'yı eskiden beri sevmediği Nutuk'unda görünür. (...) Kibirli, dar kafalı, zulüm ve ceberut düşkünü bir kimse idi. Bu yüzden bir zamanlar Millet Meclisi kendini harp divanına verip mahkûm bile ettirmek istemişti. (...) Nureddin Paşa'nın biri İzmir'de, biri İzmit'te tertip ettiği iki linçin hikâyesi geni o vakitler, bizi ikrah içinde bırakmıştır (iğrendirmiştir). Bunlardan biri İzmir metropoliti Meletyos [Hrisostomos], öteki de Peyam-ı Sabah yazarı Ali Kemal'dir.
Bildiklerimin doğrusunu yazma karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir geri gitmek istiyorum: Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkânını yağmaya giden subay, bütün taarruz harpleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihi vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir'i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, masraf ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi'nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gen bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuru tahripçilik hissinden başka bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen onun köşe, sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Bir arp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir'i arsalar halinde bırakılmış olmak, Türk yeteneğini korumakaya kâfi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasaydı, bu facianın için kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, Afyon'dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affedilmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi. ” (Falih Rıfkı, Çankaya, s. 324-325.) bu facianın kullanımına kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, Afyon'dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affedilmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi. ” (Falih Rıfkı, Çankaya, s. 324-325.) bu facianın kullanımına kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, Afyon'dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affedilmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi. ” (Falih Rıfkı, Çankaya, s. 324-325.)
Yıllar sonra İnönü, “[Yangın] Nerede başladı, kim başlattı bilmiyorum (…) İzmir'e girdiğimiz günlerin bende kalan en acı hatırası yangındır. Bu yangınların sebepleri büyük tarih hadiseleri içindeki sebeplerdir. Küçükler emir aldıklarını, büyükler disiplininin kalmadığını söyler ”(İsmet İnönü, Hatıralar, I, Bilgi Yayınevi, 1992, s.300) diyerek Falih Rıfkı'yı adeta doğrular.
Bazen suskunluklar, konuşmalar, belgeler kadar anlamlıdır. İzmir'i çok sevdiğini pek çok konuşmasından, tavrından bildiğimiz Mustafa Kemal'in İzmir yangını sırasındaki ve sonrasındaki kayıtsızlığının, suskunluğunun ardında iki probleme olabilir. Önce biraz iyi olası: Mustafa Kemal yangının 'olağan şüphelisi' olan Sakallı Nureddin Paşa ve adamlarının üzerine Batılı diğer gözünde kendi ülkesini yakan, imha eden bir hareket olarak damgalanmak istememiş olabilir. Mustafa Kemal'in İzmir'in gayrimüslimlerden en radikal olasılık pek de şikâyeti olabilir. Asıl önemli olan, bu probleme hangisinin gerçeğe daha yakın olduğudur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder