Pontos sevdalısı, insan hakları mücadelecisi Stergios Theodoridis, iki yıldır sürdürdüğü kanser hastalığı ile mücadelesi sonunda Atina Halk Hastanesi’nde bu sabah (14 Ağustos 2019) saatlerinde 58 yaşında yaşamını yitirdi.
Son iki yıldır, hastalığı ortaya çıktıktan sonra hayatını devam ettirmek için onurlu bir şekilde mücadele etti ve siyasi ve sosyal yaşamın her alanında aktif olmaktan vazgeçmedi.Stergios Theodoridis 1961’de Serez’de doğdu ve Pontus’a olan sevgisi çok büyüktü. Yaşamı boyunca Pontus Rum ve Küçük Asya Rumlarına yönelik soykırımın uluslararası alanda tanınması için mücadele yürüttü.
Stergios Theodoridis on yıllardır,18. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadarki Pontos’u anlatan kartpostallar, fotoğraflar, haritalar, belgeler, nadir eşyalar topluyordu. Bu koleksiyona “Pontos – Belleğe Katkı, Mektup Kartları 1890 – 1920” adını verdi ve koleksiyonunun büyük bir bölümünü 2014 yılında Benaki Müzesi’nde sergiledi.
9 Nisan 2016 tarihinde Ankara’da yapılan Pontos Rum Soykırımı konulu panelin de konuşmacılarından biriydi. Panelde ‘Hafıza ve Erk’ başlıklı bir sunum yaptı. Stergios Theodoridis’in sunumu:
“Küçükken 60ların sonlarında dedemin komşusuyla rakı içerken ilk defa vatana dönmek istediğini duydum. Neyi ima ettiklerini tam olarak anlayamıyordum. Kaldı ki rakı içilirken söylenen alışılagelmiş bir dilek değildi. Vatandan kastım üzerine bastıkları toprak değil de başka bir şey olduğunu, uzakta sadece kendilerinin vatanı olmayan, içinde başka insanların da yaşadığı ortak vatan olduğunu anlamam zaman aldı. Bugün burada Ankara’da o vatan hakkında konuşuyoruz ve kendimi çok mutlu hissediyorum. Solun Yolu gazetesi adına da 2011 yılında yaptığımız Osmanlı İmparatorluğundan Türk ulus devletinin geçiş başlıklı özel dosyada metinlerinden faydalandığımız dostlara da teşekkür etmek istiyorum. Fikret Başkaya, İsmail Beşikçi, Attila Tuygan, Sait Çetinoğlu, unuttuklarım varsa özür dilerim.
Bugünkü etkinlik, mükemmel bir etkinlik. Çünkü o dönemde tam olarak ne olduğunu Anadolu’daki Hristiyan toplumlara da dolayısıyla da Rumlara da bunun getirdiğinin araştırılmasına katkı sağlıyor.
Benim sunumum halkın 6 hakkına odaklanacak. Bunun birincisi hafıza ve erk. Bilim adamları atomlardan oluştuğumuzu söylüyorlar. Ama bir kuş bana tarihlerden oluştuğumuzu söyledi. Erk veya otorite çok iyi biliyor ki devletin en kritik unsurlardan biri fikirler, semboller, hafıza ve anılardır. Devletin bir bölümüdür, devletin egemenliğinin bir bölümü. Devlet ideolojik mekanizmalarınca tarihi öğrendiğimiz şekildir. Geçmişin anlatımı, bu anlatımın nasıl hazırlandığı, her erkin ayrılmaz bir parçasını oluşturuyor. Eğitim sistemi, okullarda öğretilen fikirler, nasıl öğretileceği ve neyin öğretilemeyeceği gerektiğiyle ilgili erkin bir parçası. Devlet eğitim ve öğretim şekli aracılığıyla geçmişle ilgili fikirlerini insanlarına akıllarına yerleştiriyor ve onlarda inançlar ve değerler oluşturuyor. Ahlaki yaşam modelleri belirliyor, ahlaki toplum modelleri belirliyor. Özellikle gelecekteki insanların olması gereken ahlaki şekillerini belirliyor. Yani tarihin öğretim şekli aracılığıyla ve hafızayı yöneterek geleceği kontrol etmek istiyor. Hafızanın devlet tarafından yönetimi, devlet dayatmasına kıyasla biraz daha iç içe ve biraz daha gözle görülmeyen bir işlem. Ancak bu erkin korunmasına kıyasla, devletin kurumsal konumunun korunmasına kıyasla aynı hatta daha kararlı bir işlem. Bu noktada Benjamin’in bir sözünü hatırlayalım. Diyor ki, bizim oluşturmamız gereken devletin her inancı ve tarih anlatımını sürekli olarak reddetmek. Yani kalikslerini suni ışıklara değil de güneşe döndüren çiçekler gibi. Yani mistik doğanın güneşe açılmışları, yaşanmışlıkların hafızanın gökyüzüne güneşe dönmeleri için çabalamak. Ve eğer geçmişi, gözlerimizi geleceğe dikmiş şekilde konuşuyorsak yani sorumuz geleceğe nasıl ilerleyeceğimizse. Ve bu sorun şu an reddeden daha gelişmiş ve toplumsal ilişkilerden söz eden başka bir toplum modeli, halklar arasında başka bir ilişki olan bir gelecekse erkin veya otoritenin mekanizmaları aydınları aracılığıyla kurduğu geçmişi, özellikle reddetmeliyiz. Bu aracı onların elinden almalıyız. Halkların tarihini ön plana çıkarmalı, erkin tarihine dinamit koymalıyız. Geçmişin anlatımı, düzenlenmiş olduğu şekliyle geçmişimizin anlatımı bugüne halkın moralini toparlamak, halklar aleyhine aşağılama ve istismarın dışında başka bir yolun da mümkün olduğunu, ülkeler ve halklar için daha kaliteli bir yol olan özgürlük halklar, özgür ülkeler yolunun mümkün olduğunu göstermek için gerekli bir parça.
İkinci nokta hafıza ve hafızanın yeniden üretilmesi. Bugün Anadolu’nun bir tarihi dönemini, 1908de daha iyi bir şey için başlamış olan ve 1922de İzmir limanında hepimizin bildiği bir şekilde bitmiş olan tarihini inceliyoruz. Baskın Oran bunun 1964te 20 dolar, 20 kilo olayıyla bittiğini söylüyor. Haklıdır, doğrudur. Tarih kazananlarca yazılır ve yenilmişlerin tarihi genellikle yıkılmış evlerin, okulların, kiliselerin vs. altında kalmıştır derler. Öyle. Ancak bazı durumlarda tarih egemenlere cömert davranmıyor. Bazı durumlarda egemenlere çok uzun sürecek bir anlatımla hegomanyalarını tarihe kuramıyorlar. Bu şu sebepten oluyor. Birincisi talanın altında kalmış olanların hafızası, doğal yaşantısal şekliyle ortaya çıkıyor ve yeniden üretiliyor. Suni, otoriter şekliyle değil. İkincisi kurbanlar, istismarcılara, egemenlere karşı her daim etik bir üstünlük sahibidirler. Ve onları legalleştirebiliyorlar.
Üçüncü tarihin konusu halkların kendisidir ki onların tanınma ve özgürlük mücadeleleri, insanlığın kurtuluşu için tek ümidi oluşturmaktadır. Böylece bizi asıl düşündüren neden bu topraklarda nüfusun üçte biri toplu topraklardan kazındı. Neden bu topraklarda yoğrulmuş olan insanlar eskiler, dün değil, önceki gün değil, her zaman bu topraklarda var olan eski insanlar bugün yok? Erk, bugün bu sorulara köşeye sıkışmış bir şekilde anlamsızca bu konular hakkında iki söz söylemeye çalışıyor. İki yalan. Elbette bu nüfusun yok olması kendiliğinden olmadı, doğal bir felaket değildi. Bu boyutta bir felaket bunu düşünmüş olanları, tasarlamış olan ve uygulamış olan kişiler gerektiriyor. Bugünkü panel buna somut bir cevap veriyor.
Üçüncü nokta hafıza milliyetçilik ve revizyon. Egenin her iki tarafında da milliyetçiler açısından bakıldığında özellikle üzerinde durduğumuz tarihi dönem hafızanın ve tarihi olayların darmadağın edilişidir. Milliyetçilerin bir ağacı veya çamı görmek işlerine geliyor. Ancak bütün ormanı görmek işlerine gelmiyor.’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder