25 Temmuz 2021 Pazar

Ayasofya'da Ermeni Izleri l Sevan Değirmenciyan l Agos

 

Hiç şüphesiz Ayasofya tarihinin en önemli simalarından biri mabedin bugüne kadar sapasağlam ayakta duran kubbesinin mimarı Dırtad. Ortaçağ Ermeni mimarlık tarihinin en müstesna temsilcilerinden olan Dırtad, Ani Ermeni Krallığı’nın başmimarı sıfatıyla Ani katedralini de inşa etmişti.

Ayasofya’nın cami olarak yeniden ibadete açılmasının, tarihi mabedin ağırladığı kültür ve medeniyetler hakkında yazmaya ve konuşmaya bir vesile olacağını düşündüğümü söylersem, belki beni naif olmakla suçlayacaksınız. Hemşerilerimizin Ayasofya’yı ne derece tanıdıklarını, bu büyük eseri her gün görebilme şansına sahip olmalarının kendilerini ne derece ayrıcalıklı yaptığını bildiklerini, şu son günlerde tanık olduğumuz siyasi tartışmalar ve konuşmaları göz önüne aldığımda maalesef sanmıyorum.

Mabet; Ortodoks Kilisesi’nin merkezi ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in ana katedrali olmasından dolayı eski dünyanın en önemli ruhani merkezlerinden biriydi hiç kuşkusuz. Doğu Hristiyan dünyası ve onun en önemli parçalarından biri olan Ermenistan Kilisesi ve Ermeni halkı, bu ölümsüz mabette anısı bulunan, oradan gelip geçen medeniyetlerden biri.

Doğu Roma İmparatorluğu ve doğu komşusu Ermenistan arasındaki siyasi, kültürel, toplumsal ve dini ilişkilerin yansımasını Ayasofya üzerinden okumak, irdelemek mümkün. Makedon Hanedanlığı üyesi olarak veya bu hanedanlık haricinde Ayasofya’da kutsanarak Bizans tahtına oturan Ermeni asıllı ihtişamlı imparatorlar (Ermeni V. Leon (813-820), Makedon veya Ermeni Hanedanı kurucusu I. Vasil (867-886) ve I. İoannis Çimiskes (969-976) gibi) Bizans İmparatorluğu’nun ve Ermeni halkının tarihini birbirine katmış, bu siyasi ve kültürel birliktelik veya çatışma coğrafyamızda yaşayan diğer halkları da etkilemiştir.

Ermeniler Kapısı

Ermeni tarih yazımında Ayasofya’nın özel bir yeri var; tam olarak hangi kapı olduğu bugün artık bilinmese de, mabedin girişlerinden biri VI. yy.’da Ermeniler Kapısı (Դուռն հայոց) olarak adlandırılmış.
Kızıl Vartan adı ile bilinen Prens Vartan Mamigonyan (Vartanlar Savaşı komutanı Vartan Mamigonyan’ın torunu, daha çok Küçük Vartan Mamigonyan olarak tanınır), 572 tarihinde Sasani İmparatoru I. Hüsrev’i (Âdil Enûşirvân) yenip, Ermenistan, Gürcistan ve Alan ülkesini İran boyunduruğundan kurtarır ve Bizans hakimiyetine sokar. Bu zaferden sonra çeşitli gelişmeler neticesinde Vartan Bizans’ın başkenti İstanbul’a sığınır ve bir süre burada kalır. İmparator II. Justinus Ayasofya’nın kapılarından birine Mamigonyan onuruna Ermeniler Kapısı adını verir. 

Salzenberg'in çizimiyle Krikor Lusavoriç, altta sağdaSalzenberg'in çizimiyle Krikor Lusavoriç, altta sağda

Ayasofya’nın Kubbesi ve Mimar Dırtad

Hiç şüphesiz Ayasofya tarihinin en önemli simalarından biri mabedin bugüne kadar sapasağlam ayakta duran kubbesinin mimarı Dırtad. Ortaçağ Ermeni mimarlık tarihinin en müstesna temsilcilerinden olan Dırtad, Ani Ermeni Krallığı’nın başmimarı sıfatıyla Ani katedralini de inşa etmişti. Katedralin inşası Kral II. Sımpat’ın vefatı nedeniyle durmuştu. O sırada, 25 Ekim 989 tarihinde yaşanan deprem Ayasofya’nın kubbesinin yıkılmasına neden olmuş ve Dırtad bu kubbenin inşası için Doğu Roma İmparatorluğu Makedon Hanedanı’nın diğer üyeleri gibi Ermeni asıllı olan II. Basileios (Vasil) Boulgaroktonos tarafından İstanbul’a davet edilmişti.

Konstantinopolis deprem nedeniyle harabeye dönmüştü. Şehrin büyük katedrali Ayasofya da çok büyük hasar geçirmişti. Binanın batı kanadını tutan büyük kemer tamamen çökmüş ve kubbe ortadan ikiye ayrılmıştı. Bu büyük hasar sonunda katedralin batı kanadının ve kubbenin yeniden inşa edilmesi gerekmekteydi. Basileios bu çalışmayı yapması için Ermenistan başkenti Ani'deki büyük katedralin mimarı Dırtad'ı görevlendirdi. Dırtad batı kemerini ve kubbeyi 5 yıl boyunca tamir edip yeniledi. Ayasofya 13 Mayıs 994'te yeniden ibadete açıldı. Ermenistan’da bu büyüklükte mimari eserler veya kubbeler yapılmıyordu, fakat Dırtad Ermeni mimarisinin küçük ölçekte uygulanan tekniklerini başarıyla kullanıp Ayasofya’nın 1000 yıldır hala ayakta olan kubbesini inşa etmeyi başarmış ve imzasını bu ölümsüz esere hiç silinmemek üzere atmıştı.

1930'larda Ayasofya'da mozaikler üzerinde gerçekleştiriler restorasyondan bir kare1930'larda Ayasofya'da mozaikler üzerinde gerçekleştiriler restorasyondan bir kare

Ayasofya’daki Aziz Krikor Mozaiği

Ermenistan Kilisesi’nin temelleri İsa’nın iki havarisi Thaddeus ve Bartolomeos tarafından henüz I. yy.’da atılmış olsa da, Ermenistan’ın Hristiyanlığı devlet dini olarak kabul etmesi 301 tarihinde, Aydınlatıcı Krikor’un çalışmaları sonucunda gerçekleşmiştir. Aydınlatıcı Krikor Ermenistan Kilisesi’nin ilk episkoposu kabul edilmiş ve Evrensel Kilise’nin azizlerinden biri olarak da kendisine saygı gösterilmiştir.
1840’larda Fossati kardeşler tarafından yapılan restorasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan mozaikler arasında, aralarında Aydınlatıcı Krikor’un da bulunduğu (“Ermenistan’ın Aziz Grigorius’u”) 14 kilise atasının tam boy portresi vardı. Mabedin kuzey ve güney alınlıklarında yedişer tane bulunan kilise ataları arasında Kayserili Parseğ, Nazianzalı Krikor, Demreli Nikola, İskenderiyeli Kiril, İoannes Hrisostomos da bulunmaktaydı. 
Restorasyon sırasında alçı ve badana altında bulunmuş olan bu mozaiklerin çoğu, maalesef bu restorasyon sırasında tahrip oldu ve günümüze ulaşmadı. 1847'de hayatta kalan 14 kilise atasından sadece üç tanesi 1930’larda Bizans Enstitüsü tarafından bulundu. Çünkü Fossati, mozaikleri sıvalamış ve ardından bir yağlı boya tabakası ile örtmüştü, fakat zaman içinde bu yağlı boyalı yüzeyin arkası nemlendi ve altındaki sıvaya nüfuz etti. Muhtemelen 1894 depreminde geniş mozaik alanlar düştü ve o tarihe kadar hayatta kalanların büyük kısmı, aralarında Aydınlatıcı Krikor’un mozaiği de olmak üzere, geri gelmeyecek şekilde kayboldu. Elimizde sadece Fossati ve Salzenberg’in yaptıkları çizimler var.
Aydınlatıcı Krikor’un (Lusavoriç) bu 14 kişi arasında niçin bulunduğuna dair farklı tezler mevcut. Bu tezlerden biri bu mozaiğin Ayasofya’daki Ermeniler Kapısı döneminden, Bizans ve Ermenistan’ın ittifak halinde bulundukları VI. yy’dan kalmış bir jest olduğu. Bir diğer tez Makedon (Ermeni) Hanedanı’nın kurucusu İmparator Makedonyalı I. Vasil (867-886) ile ilgili. İmparatorun, Hristiyanlığı Ermenistan’da resmi din olarak ilan eden III. Dırtad’ın soyundan gelmesi efsanesi böyle bir mozaiğin Ayasofya’ya yapılmasına neden olabilirdi. Ayrıca diğer kilise babaları gibi, Aydınlatıcı Krikor da Doğu Roma sınırları içinde, Kapadokya’da Hristiyan olmuş, eğitimini burada almış, episkopos takdis edilmiş ve daha sonra Ermenistan’a geçmişti. Bu tarihi gerçek Bizans Kilisesi tarafından Ermenistan Kilisesi üzerinde tahakküm oluşturmak için asırlar boyu kullanılan bir argüman olmuştu. Bir diğer tez ise Mimar Dırtad’ın Ayasofya’nın kubbesini inşa ettikten sonra Aydınlatıcı Krikor’un bir mozaiğini bu büyük mabet içinde yaptırmış olması.

Fethiye Camii, eski  Pamakaristos Kilisesi’nde bulunan Aydınlatıcı Krikor mozaiğiFethiye Camii, eski Pamakaristos Kilisesi’nde bulunan Aydınlatıcı Krikor mozaiği

Diğer kiliselerde Krikor Lusavoriç
Aydınlatıcı Krikor Konstantinopolis’de sadece Ayasofya’da değil, başka kiliselerde de vardı. Bunlardan günümüze ulaşan bir mozaik Fatih Çarşamba’da bulunan Teotokos Pamakaristos Kilisesi’nde, yani Fethiye Camii’nde mevcut ve mabedin müze olarak kullanılan kısmında halen görmek mümkün. Sultan II. Mehmet İstanbul’u aldıktan ve Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra Ortodoks Patrikliğinin merkezi de olan bu kilisenin VII-XII. yy. arasında inşa edildiği kabul gören bir gerçek.
Her halükarda, tam bu dönemde Aydınlatıcı Krikor ve diğer kilise atalarının Ortodoks Kilisesi tarafından özel olarak anıldığını biliyoruz. Mesela Krikor’un yortusu 30 Eylül tarihindeydi. “Ermenistan’ın Aziz Grigorius’u” mozaiğinin o dönemin ilişkileri göz önüne alındığında Ayasofya veya Doğu Roma’daki herhangi başka bir kilisede bulunması pek şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı olan o zamanki ilişkilerin bugün artık tamamen yok edilmiş olması belki de.

Bu ve diğer kilise atalarının mozaiklerinin bugün artık olmaması kesinlikle büyük bir kayıp, fakat “Ermenistan’ın Aziz Grigorius’u”nun bir zamanlar orada olduğunu bilmek, bu mabet ve şehirdeki Ermeni varlığının inkar edilemez bir nişanesi aynı zamanda.
Ermeni seyyah veya tarihçilerin Ayasofya ile ilgili yazı ve tanıklıklarına başka bir yazıyla devam etmek ümidi ile...

Kaynak: Agos 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder