4 Şubat 2022 Cuma

“Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasının mütekabiliyetle ilgisi yok”

 

Yunanistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Andreas Katsaniotis geçtiğimiz hafta İstanbul ve Gökçeada’daydı (İmroz). Katsaniotis ve Ekümenik Patrik Bartholomeos, İmroz’da Aziz Trifonos Kilisesi’nde düzenlenen ayine de katıldılar. Bakan Yardımcısı Katsaniotis Türkiye ziyareti vesilesiyle sorularımızı yazılı olarak yanıtladı. Katsaniotis, Türkiye’deki Rum toplumunun durumundan, Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalı kalışına kadar kadar pek çok konuda siyasi ve hukuki değerlendirmelerde bulundu.

Sizin bakış açınızla Türkiye'deki Rumlar'ın en büyük sorunu nedir? Heybeliada Ruhban Okulu'nun hala açılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Rum azınlığın Türkiye’de yüzyıllarca kayıtlı bir varlığı vardır. Geçmişte maruz kaldığı zülme, Türkiye'nin on yıllardır devam eden ve  dramatik bir şekilde nüfusun küçülmesine yol açan  politikalarına rağmen, Rum azınlık kuvvetli izini muhafaza ediyor. Rum azınlığın bugün bile, vakıf yönetim kurulları için seçim yapamaması, varlıklarının çoğunun Türk devletince iade edilmemesi (sadece %23ü iade edildi)  gibi bir dizi sorunla karşı karşıya kalması hayal kırıklığı yaratıyor.

Buna ek olarak, Türkiye, gayrimüslim vatandaşlarının din özgürlüklerini koruma yükümlülüğüne ilişkin aynı trajik tabloyu sunmaktadır. Bu bağlamda Türk makamları İstanbul Patrikhanesinin ekümenikliğini (evrenselliğini) tanımamakta ve ona tüzel kişilik bile atfetmemektedir.

Heybeliada Ruhban Okulu'nun yeniden açılması konusunda hiçbir ilerleme kaydedilmemiş olması da bizi hayal kırıklığına uğrattı. Batı standartlarına göre, Türk makamlarının bu konudaki tutumu açıklanamaz. Ne yazık ki Türk tarafı, çarpık bir mantıksal mütekabiliyet ışığında, Ruhban Okulu'nun yeniden açılmasını ikili gündemdeki birbiriyle ilgisi olmayan diğer konularla ilişkilendirmeye devam ediyor. Bu nedenle, uluslararası toplumun büyük çoğunluğu tarafından benimsenen bir ilke olan insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesinin, mütekabiliyete tabi olmadığını unutmaktadır.

Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmaması konusunu Türkiye'deki hükümet yetkilileri ile hiç görüştünüz mü? Nasıl yanıtlar aldınız?

Heybeliada Ruhban Okulu'nun yeniden açılması Yunanistan ve Türkiye arasında ikili bir mesele değil. Aksine, Türkiye'nin gayrimüslim vatandaşlarına ve onların din özgürlüklerine karşı bir yükümlülüğüdür. Bu nedenle, birçok ülke ve Yunanistan hükümetleri tarafından defalarca gündeme getirildi.

Avrupa Komisyonu'nun Yıllık İlerleme Raporu ve ABD Hükümeti'nin Türkiye'ye yönelik Dışişleri Bakanlığı Raporu’nda komşu ülkemizdeki insan hakları durumuna ilişkin   yoğun tavsiye, uluslararası arenada özellikle vurgulanmaktadır. Türkiye'nin uluslararası toplumun bu tavsiyelerine sağır olduğu iyi bilinmektedir. Aslında, Ruhban Okulu kapalı kalırken, Türk tarafının, Heybeli'nin eski Sanatoryum bölgesinde Diyanet'e bağlı bir İslami Eğitim Merkezi kurmayı düşünmesi özellikle olumsuz bir izlenim yaratıyor.

Türkiye'deki Rum toplumunun nüfusu gitgide azalıyor. Şimdilerde 2.000 kişiye kadar inmiş durumda. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz, bu nüfus azalışını önlemek için  herhangi bir çare geliyor mu aklınıza?

Rakamlar acımasızdır ve birden çok yorumu kaldırmaz. Lozan Antlaşması'nın imzalandığı yıl İstanbul'daki Rum topluluğu 120.000'den fazla üyeye sahipken, bugün sorunuzda belirtilen sayıya yaklaşıyor. Öte yandan, Lozan hükümlerince de korunan diğer azınlık, yani Trakya'daki Müslüman Azınlık örneğinde, Yunan makamlarının muamelesi tamamen farklıydı ve bu nedenle Müslüman azınlığın üyelerinin sayısı bir asırdır değişmedi. Eylül 1955 ayaklanmasının amansız zulmü ve yağmacılığını müteakip 1964'teki sürgünün (ki bunlar Türkiye'nin özür dileme gereği duymadığı olaylar) aksine, Müslüman vatandaşlarımız, hukukun üstünlüğü ilkeleri ve demokrasinin sunduğu özgürlükler çerçevesinde, bir Avrupa ülkesinde refah içindedir. 

Rum Azınlığına yönelik muameleyi yeniden gözden geçirmek ve nüfus desteği için uygun teşvikleri sağlamak Türk makamlarının görevidir. BM Genel Kurulu’nun 2005 tarihli 60/147 sayılı, uluslararası hukukun insan hakları hakkındaki açık ihlallerin mağdurları için tazminat ve düzeltme hakkı hükümlerinin uygulanması, iyi bir başlangıç olabilir. 

Özellikle Antakya'da yaşayan Arap dilli Ortodoks bir topluluk var. Bu toplulukla ilişkileriniz nasıldır?

Rum ve Arap dilli Ortodoks toplulukları, İstanbul’da onlarca yıldır uyumlu bir şekilde bir arada var olmaktalar ve bu iki toplumun özellikle kültür ve eğitim konusunda, günlük yaşamda verimli bir şekilde etkileşime girmesini sağladı. Özellikle ikincisi ile ilgili olarak, Antakya kökenli birçok ailenin, çocuklarının eğitimi için Rum azınlık okullarını seçmesi ve aynı topluluktan öğretmenlerin de onlara hizmet vermesini memnuniyetle karşılıyorum.

Bu noktada, Lozan Barış Antlaşması'nın gayrimüslim vatandaşlarla ilgili hükümlerinin Arap dilli Ortodoks cemaatinin mensuplarını da ilgilendirdiğini vurgulamak zorundayım. Onlar da, Rum toplumu gibi, Türk makamları tarafından kötü muameleye maruz kalarak, özellikle bilinen Varlık Vergisini zorunluluğu ve işgal edilen mülklerin iade edilmemesiyle bariz bir şekilde haksızlığa uğradı.

İmroz'daki  (Gökçeada)  okulun faaliyete geçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz. Olumlu bir gelişme olarak değerlendirmek mümkün mü? Bu tür yeni adımlar söz konusu mu?

Adada her üç seviyede de eğitim yapılması, adadakiler şüphesiz olumlu bir gelişmedir. Özellikle adadaki azınlık okullarının 1964'te yasadışı olarak kapatıldığı düşünülürse.

Ancak, Türk makamları tarafından adadaki Rum Azınlığın varlığını sürdürmesi ve artmasını teşvik edecek başka adımlar da atılmalıdır.

Biz kendi tarafımızdan, İmroz’dakilerin yanında olmaya devam edeceğiz. Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde, azınlık okullarının personel teminini sağlamaya ve adada yeni ailelerin kurulmasına yardımcı olmaya devam edeceğiz. Ve elbette her fırsatta Türkiye'nin taahhütlerini hatırlatmaya ve adadaki Rumların uğradığı adaletsizlikleri vurgulamaya devam edeceğiz.

Bu vesileyle, Lozan Antlaşması'nın 14. Maddesi hükümlerine göre, gayrimüslim yerli nüfusun kendilerinin ve mülklerinin güvencesini sağlamak amacıyla, Türkiye'nin yerel unsurlardan oluşan özel bir idari yönetim oluşturma gerekliliğini hatırlatırım.  

Aynı zamanda, komşu ülke, insan hakları ve azınlıklara mensup kişilerin haklarına saygı konusunda uluslararası ve Avrupa standartlarına uymak zorundadır, örnek olarak Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Gökçeada ve Bozcaada'daki Rum Azınlığının mülkiyet hakları (1625 / 27.6.2008) hakkındaki kararında olduğu gibi.

Kaynak : Agos , söyleşiyi yapan : Yetvart Danzikyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder