10 Nisan 2022 Pazar

TOLİKA"NIN ARDINDAN YAŞADIĞIM ROMAN

Recep Yılmaz 


Panayot çok dikkatli biriydi ve 90 yıl önce büyüklerinin terkettiği evlerini bulmuştu, bahçede tek katlı bir vardı, evin temel taşları ise geçmişte yıkılmış bir evden kalmaydı, bahçenin önünde iki ağaç parçasıyla yapılmış basit bir kapı vardı ağaçları kaldırarak girdiğimiz bahçede kimsecikler yoktu, Eleni teyze yeğenlerine tekrar tekrar sarılarak iç geçiriyor, aman allahım aman allahım sana şükürler olsun diyor bir yandanda evlerinin bahçesinde gezinip duruyordu, bahçedeki kocaman ağacı dedesi Tolmanın Dimitin yerine koymuş özlemle ona sarılıyordu.


Akşamları hiç tv izlemeyen biriyim, futbolun adil bir spor dalı olmadığını bildiğimden futbol sevdamda yok, ya okuyacağım yada araştırma yapıp bir şeyler öğreneceğim, bugüne kadar öğrendiğim hiç bir şeyden zarar ettiğim olmadı, 

hayatımın her dönemindede öğrendiklerim bana artı değerler olarak geri döndüler, araştırma yaptığım başlıca konular, Mübadele, Tehcir, Göçler, Karadeniz bölgesi, Samsun ve doğduğum şehir Bafra üzerinedir ayrıca Anadoludaki tüm yerleşim yerlerinin antik çağdan günümüze kadar kullanılan adlarının toponomik tarihidir, Etimoloji, Filoloji, Arkeoloji , gibi bilim dalları olmazsa olmazlarımdır, 


Doğduğum şehir Bafra ile ilgili bir bilgi için internette araştırma yaparken Tolika başlıklı bir yazı karşıma çıkmış ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, ilginç bir isimdi ve Bafradan paylaşılmıştı, meraklı yapım depreşmiş yazıyı okumaya başlamıştım, okuduğum yazının bir romanın özeti olduğunu daha ilk satırlarda anlamıştım. paylaşımda Tolika adındaki bir kız çocuğunun 1920'li yılların başlarında Bafrada nasıl kaldığı anlatılıyor bununla ilgili günümüze kadar süren kesitler sunuluyordu, özeti okumuştum ama konuda çok ilgimi çekmişti, paylaşımın Tolika adıyla bir Facebook sayfasından yapıldığını görecek ve akabindede ileti gönderecektim, arkadaşlık iletim kabul edilmişti Facebooktaki gerçek kullanıcı olan Gonca Vural ile tanışacaktım, onunla tanışmam bana yeni ufuklar açacaktı, Tolika adındaki romanı mutlaka okumalıydım, çünkü Gonca facebooktaki sayfasının adını bile Tolika yapmıştı, özetlediği birkaç satır bile beni adeta esir almıştı, Gonca ile Facebookta tanışsakta henüz yüz yüze tanışma imkanımız olmamıştı, birgün ona Facebook üzerinden mesaj atarak Tolika kitabını nasıl edineceğimi soracaktım, aldığım cevap beni sevindirmişti Gonca Beduh kitapevinin sahibiydi ve elindede Tolika kitabı mevcuttu, artık zamanı gelmişti hem bu meraklı Bafralı hemşerimle tanışacak hemde Tolika isimli kitabı satın alacaktım, bir hafta sonu Bafraya doğru yola çıkmış çocukluğumunda geçtiği arastaya bir kez daha gidecektim , Goncanın kitapevi kuyumcular arastasında idi,


Bafra, yanlızca 54 yıldır nüfus kağıdımda yazan bir yer adı değil ben iyi bir Bafralıyım, şehrimin tarihine sahip çıkarım Bafranın tarihi Kızılırmakla birlikte yazılır biri olmadan diğeri olmaz Kızılırmak bir yandan suyunu karadenize akıtırken, hemen yanıbaşındada binlerce yıldır tarihi olaylar, yaşanmışlıklar su gibi akıp gitmiştı, doğduğum şehir onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış, verimli ovasıyla her dönem üzerinde yaşayan insanları bağrına basıp doyurmuştu, 15 yaşında iken ayrıldığım Bafraya ilgim her zaman sürecekti, öğle saatlerinde yine Bafradaydım, hiç oyalanmadan çocukluğumu ve çıraklık dönemimi yaşadığım arastaya yanaşmıştım, arabamı uygun bir yere park ederek hiç vakit kaybetmeden Beduh kitap evine doğru yaya yoluma devam etmiş bir iki dakika içindede arastadan içeri girmiştim Beduh kitapevi arastanın son sokağının hemen girişinde sayılırdı, oradaki tek kitapçıda Beduh kitapeviydi. geçmişte hiç tanımadığınız birini ilk gördüğünüzde onun size bir kardeş kadar yakın olabileceğini düşündünüzmü hiç? ben hiç düşünmemiştim ama başıma geldi, Sevgili Gonca beni öylesine karşıladıki daha ilk gördüğümde bilmediğim bir kızkardeşim daha varmış hissine kapılmıştım, kızkardeşimle sanki yıllarca hiç görüşememiş hasret gideriyorduk,  dakikalarca süren güzel sohbetin ardından sıra Tolika kitabına gelmişti, çok geçmeden kitabı elime almış inceliyordum, biran önce okuma telaşıyla yeni kız kardeşime veda ederek oradan ayrılmış ve Atakumdaki evimde soluğu almıştım, artık yeni okuyacağım kitapla başbaşaydım, az sonra kitapla ilgili Gonca kardeşimin özeti paylaşacağım


TOLİKA, GONCA VURAL


Bu gerçek hayat hikâyesini, dünyanın dört bir yanındaki kayıp insanlar için kitaplaştırmış yazar Yorgo Andreadis. Türkçeye Tanju İzbek çevirmiş.Ben neden seçtim merak edersiniz belki. Bu hayat hikâyesi yöremizde geçiyor, Samsun, Bafra, hatta iki şehri birbirine bağlayan eskiden Yizigöl denilen bir köyde.Kitabın kahramanı Kirya Sofiya, şu anda 86 yaşında ve hayatta, Yunanistan'da Selanik'te yaşamakta ve engelli bir komşumuz. Hemşerimiz daha uygun düşer aslında çünkü Yizigöl'de 1914'de doğmuş, Yani savaş zamanında yaşanan karşılıklı acıların şahidi ve acı çekeni, Bafra'dan Yunanistan'a göç etmek zorunda kalan hemşerimiz.


Kirya Sofia'nın ataları hep Yizigöl'de olmuşlar, Babası'na Tolmanin Dimitro derlermiş. Hali vakti yerinde, zengin, ticaret yapan sayılı ailelerdenmiş. O zamanlarda köyün bir kesimi Hıristiyan bir kesimi Müslüman köylüymüş ve kardeşçe iyi ilişkiler içinde komşuluk yaparak yaşamlarını sürdürüyorlarmış ve ortak anadilleri Türkçe imiş.


Yazar, arkaik dünyanın en ünlü coğrafyacısı ve gezginlerinden olan Strabon belgelerinden faydalanarak Bafra için neler anlatmış. O Zamanlar da Bafra, zengin, kültürel ve toplumsal yapısıyla küçük bir kasabadan büyük bir kent merkezi haline dönüştü. Aynen Samsun'da olduğu gibi Bafra'da Kapadokya'dan gelenleri bünyesinde barındırmış, bağrına basmış.

Bafra'nın zengin ormanları vardı. Ovaları bereketli ve verimliydi. Ve birde kentle deniz arasında bir gölden söz eder ki, bol siyah havyarı ile ünlü, balıkların çok revaçta olduğu bu göl kente iki saat uzaklıktadır. Ancak yörenin en güzel ürünü, dünyanın başka hiçbir yerinde yetişmeyen, güzel kokulu tütündü.

Daha eskilerde 'Bafra' 'Pafrai' olarak söylenirdi. Ayrıca Bafra'da arap tütünü de üretilirdi. Mastika gibi çiğnenen Arap tütünü.Binlerce koyun, keçi ve mandayı içeren hayvan sürülerini otlaklarında besleyebilen Bafra'ya Türkiye'nin öteki yörelerinde de çobanlar sürülerini otlatmak için gelirlerdi. O kadar ki Bafra verimli bitki örtüsü, sebzesi, meyvesi ve ünlü tütünü ile tüm mahsulünü Avrupa'ya ihracata kadar vardırmıştır.


Yerli Pontus'lular la Kapadokya'lı göçmenler kısa sürede kaynaşmışlar ve anadil olarak Türkçe kullanılıyormuş. Böylece Bafra büyüdü, gelişti ve devlete ilişkin resmi hiçbir engelleme olmadan, köyleri olan koskoca bir kent haline geldi.Yüz yedi kilise, bir manastır, bir ortaokul, seksen erkek okulu, on yedi kız okulu, iki anaokulu, bir jimnastik salonu vardı. Ve toplam 4899 öğrencisiyle tüm bu öğrenim merkezlerine 90 erkek öğretmen ve 26 kadın öğretmen atanmıştı..


Balkan savaşları, Osmanlı- Rus savaşı ve Milli Mücadelenin başladığı yıllarda karşılıklı yaşanan acılar ve göç yılları, gelenler gidenler.Kirya Sofia'nın ailesi de savaştan göçlerden nasibini almış Babasını iki ağabeyini, akrabalarını, yitirmiş. Sadece kendisi ve kardeşi Tolika ile babasının arkadaşlarının ve komşularının bulunduğu Bafra'nın Hacı Ömer köyüne doğru, kırık dökük at arabasının arkasında gelip, 


O zamanlar da Türk köyü olan ' Hacı Ömer' köyündeki hemşerileri, Türklere sığındılar.

Danış Türkleri Kirya Sofia'nın babasının arkadaşları. Onları iyi ağırlayıp, karınlarını doyurdular fakat acı olaylar hiç durmadan sürüyor Sürgün devam ediyordu, yetim rum çocukları ise köylerde aranıyor bulunanlar para karşılığı görevlendirilmiş arabası olanlar tarafından toplanıyordu bunlardan biri olan Hüseyin, at arabasını hızla sürer. Sofia ve Tolika arabanın arkasında çaresizce birbirlerine sarılırlar, bir zaman yol aldıktan sonra Tolika'nın tuvalet ihtiyacı gelir, Sofia'nın tüm yalvarmalarına rağmen Hüseyin arabayı durdurmaz ve Tolika'yı kolundan tuttuğu gibi arabadan aşağıya atar, ve hızla arabayı sürmeye devam eder.


Sofia sekiz yaşındadır, Tolika daha dört yaşında. Sofia arabanın arkasında, Tolika'nın bacikam al beni, beni bırakma, bacikam yanına al beni çığlıklarıyla çaresizce Hüseyin'e yalvarır ama nafile gaddar Hüseyin durmaz. Sofia diğerleriyle birlikte Selanik'e yollanır. Fakat Tolika'yı bir daha göremez. Ogün bu gündür hala kızkardeşinin çığlıkları kulağından gitmez, Bafra 'da bırakılan küçük bir kalp. Selanikte yıllarca atmıştır, Tolika yaşıyorsa 82 yaşında olacaktır, eğer öldüyse mezarınıda razıyım diyen yaya Sofia, eğer kardeşi çoluk çocuğa karışmışsaTolika'nın akrabalarını bulmak istiyor üzerimize vazife yaptığım komşumuzun hemşerimizin belki de son isteği bu. Tolika ( Anatoli'nin ) kısaltılmış isim hali.Hacı Ömerde kaybolan Tolika'nın bulunabilmesi için, yardımcı olabilecek tek karekteristik iz, yüzünde, bir yanağında bulunan, kocaman yuvarlak koyu renkli bir leke olması.


Evet, sevgili okuyucularım böyle bir olay duyduysanız yıllar evveline dair lütfen bana ulaşın. İnsanlık adına yaşlı son zamanlarını yaşayan bir kadının, son isteği adına, Ülkeler arası komşuluk dostluk adına, hatta daha da önemlisi gerçek hemşerilik adına.

Kitap'ta Bafra, Samsun, Amasya, Sinop, hakkında daha bilmediğimiz çok bilgi var. Sofia ve Tolika'nın gerçek hayat hikâyelerini yürek buruntusuyla bir solukta okuduğum kitap tavsiye ederim. İnşallah Tolika'ya ait bilgilere ulaşır Sofia'ya müjdeli haberler iletiriz.

Sevgiyle Kalın


GONCA


Bende Gonca gibi kitabı okumuş ve çok etkilenmiştim, kitap gerçek olaylardan yola çıkılarak yazılmıştı, öyleyse kitapta adı geçenlerde yaşıyordu, kitabı okuduğum günün ertesi Goncaya telefon açıp o aileye nasıl ulaşabileceğimi telefonlarını yayınevinden alıp alamayacağını sormuş,hiç tahmin edemeyeceğim bir cevap almıştım ailenin telefonu artık elimdeydi, kafama takılan bir başka şey ise kitapta çok büyük bir köy olarak belirtilen Yizigölü hiç duymamış olmamdı, ben eski olsun yeni olsun, Samsuna ait tüm yerleşkeleri bildiğimi sanıyordum, bazen 3-5 evden oluşan küçük mahallelerde zorlansamda bir zaman sonra onlarıda arar mutlaka bulurdum, Samsun Bafra arasındaki bu köyü nasıl duymamıştım, sanırım bu işte bir terslik vardı, köyü bulmadan okuduğum kitabın kahramanlarını aramayacaktım, haftalar süren araştırmalarım bir işe yaramamıştı,Yizigöl adında bir köy yoktu, çok az bildiğim Yunancada bazı harflerin okunuşunu biliyordum G harfi Y olarak okunuyordu acaba çevirmen bir hata yapıp Yizigöl adındaki Y harfini G harfinden çevirmiş olabilirmiydi, G harfi ile Y harfini değiştirdiğimde GIZIGÖL adı ortaya çıkıyordu, K harfinin yumuşayıp G harfine dönüştüğü Türkçede çok görülen br durumdu, bu kez karşıma KIZIGÖL diye bir isim çıkmıştı, Toponomi merakım işe yarıyordu köyün adı Kızılgöl olmalıydı, google Samsun Kızılgöl haritası yazdığımda aradığım köy karşıma çıkacaktı, Kurugökçe köyünün bir mahallesi konumundaydı, o akşam sabahı zor ederek eşimle birlikte Kurugökçe köyüne doğru hareket etmiştik, Kurugökçe oturduğumuz Atakum semtine çok yakın olduğu için 20 dakika içinde köye varmıştık, Kızılgölü bulmak artık çok kolaydı, yolda sorduklarım hemen tarif etmişlerdi.

Kızılgöl mahallesine girdiğimizde sabahın ilk saatleriydi mahallenin sakinlerinden biri meyva ağaçlarını buduyordu, selam verdikten sonra köy hakkında biraz bilgi edinebilirmiyiz soruma aldığım cevap iyi makinan varmı olacaktı, cevap kısa ve netti, doğru adrese geldiğimi hemen anlayacaktım bu bir denklemdi hazine aranıyorsa orası bir rum köyüdür, artık gönül rahatlığı içinde telefon açabilirdim köyü bulmuştum.


2012 yılının soğuk bir Mart gecesinde Beduh kitabevinin sahibi Gonca hanımdan aldığım telefon numaralarını tuşlamaya başlamıştım, az sonra telefonun ucundaki ses Ne [Nai] diye cevap verecekti, Yunanca hiç bilmiyordum, karşımdaki kadının ise Türkçe bildiğine emindim Samsundan arıyorum, adım Recep, Tolika adındaki romanı okudum ve sizi aramaya karar verdim, karşımdaki kadın çok tatlı bir ses tonuyla bende Eleni, evet okuduğun o kitaptaki bilgileri bir kompozisyon dersi için yeğenime ben vermiştim, daha sonra yazar Yorgo Andreadis tarafından Roman haline getirildi, kitapta adı geçen Sofianın kızıyım ben, Tolika benim teyzem, benimle telefonda konuşan kadın o kadar güzel Türkçe konuşuyorduki sanki bir bayram kutlaması için öz teyzemi aramıştım, artık ona hitap şeklim Eleni teyzeydi, sizlerin gerçek hayat hikayesinin geçtiği köyünüzü birkaç gün önce buldum, benim evime çok yakın, güzel bir köy dememle birlikte hiç düşünmeden hemen geliyorum oğlum cevabı alacaktım.


Eleni teyze yetmişli yaşlarını sürüyordu, yol onun için çok uzun sayılırdı, önce İskeçe'den İstanbul'a sonrada İstanbul'dan Samsun'a geleceklerdi, bekliyorum dediğimde çok sevinmişti, birgün sonraki telefonda oralara çok kar yağdığını köyünden İskeçe'ye bile gelemediklerini ve biletlerini tehir ettiklerini söylüyordu, aynı şeylerİ Bizde Samsun'da yaşamıştık, şimdilerde Kurugökçe mahallesinde bir mevkii adı olmaktan öte geçmeyen Kızılgöl'de de kar yağmış, erimesiylede yollar çamur olmuştu, biletlerin ertelenmesinin üzerinden 15 gün kadar geçmiş, evimizde çalan telefonumuzun ekranında 0030 la başlayan numaralar görünüyordu, Eleni teyzenin aradığını anlamıştım, oğlum iki yeğenimle birlikte geliyorum Samsun'a yanaştığımda arayacağım beni nereden alacağını söyleyiver, aradığına o kadar sevinmiştimki, sizleri otobüs terminalinden alacağım otobüsün muavinine söylersiniz , ben orada bekliyor olacağım.


Metro otobüs işletmesi Yunanistana yıllardır yolcu götürüyor ve getiriyordu, bu kez Anadoludan tam 90 yıl önce gidenlerin çocuklarını ve torunlarını getirecekti, annesi bir Samsunlu olan Eleni Teyze annesine verdiği sözü tutacak, son yıllarındada olsa memleketlerini görecekti, uykusuz ve heyecanla geçen saatlerin ardından 70 yıldır büyüklerinden dinlediği memleketlerine varmışlardı, akşam saatlerine yakın bir zamanda onlarla ilk kez karşılaştım Eleni teyzeye kendi öz teyzem gibi sarıldım ellerinden öptüm, örf ve adetlerimiz aynıydı, yeğenleri panayot ve ilya benim yaşıtlarımdı, güleryüzlü insanlardı, aynı sıcaklıkla onlarada sarılıp hoş geldiniz diyecektim, eşim onlar için hazırlık yapmıştı, doğruca evimize geldik, hoş geldiniz merasiminden sonra hazır olan yemek masasına çoktan oturmuş yemeklerimizi bile yemeye başlamıştık, yemek boyunca kızım diye hitap ettiği eşimi çok sevmişti, eşimde onu çok sevmişti, otel rezervasyonlarını yaptırdığım halde eşim ben Eleni teyzeyi otele gönderemem bizde kalsın diyecekti, çok uzun yoldan gelmişlerdi Panayot ve İlyayı otele bırakıp geri dönecektim.Eleni teyze sanki doping almış bir sporcu gibi dimdik ayakta duruyor gözlerinde yorgunluğun hiç bir alameti görünmüyordu, eşimle saatler süren sohbetlerinin ardından zorla odasına gönderebildik, bir nebze olsun dindirilen memleket özlemi mübadele insanlarının yorgunluğunu alıyordu demekki.


Sabahın erken saatleri olmasına rağmen evimizde bir hareketlilik vardı, Eleni teyze köyünü biran önce görmek için sabırsızlanıyordu, acele yaptığımız kahvaltının ardından yeğenlerinin kaldığı Grand Atakum oteline doğru hareket etmiştik, otee vardığımızda yeğenler kahvaltı yapmış bizi bekliyorlardı, gideceğimiz kurugökçe köyü çok uzak sayılmazdı, 20 dakika sonra köye varmıştık, artık Kızılgöldeydik, yılların hasreti dinmiş gözler kızarmaya başlamıştı, bu duyguları daha önce yaşadığımdan bir süre sustum ve hiç konuşmadım, ıslanmış meraklı gözler, 90 yıldır hiç bir köylüsünün gelmediği köye gelmiş orada kaybolan ruhları arıyorlardı sanki, Kızılgölün içinde onlarca ev vardı, daha önce geldiğim için köyün harap olan kilisesinin yerini öğrenmiştim, hep birlikte kiliseye doğru giderken Eleninin yeğeni Panayot cebinden bir kroki çıkarmış onu inceliyordu.


Bu arada kiliseyede varmış hemen yanındaki evinde kapısını çalmıştık, kilise özel bir mülkiyetin içinde yer alıyordu, ahır yapılmıştı, her ne olursa olsun izin almalıydık, çaldığımız kapı güleryüzlü tipik bir doğu karadenizli kadın tarafından açılmıştı, Eleni teyzenin yaşlarındaki kadına hemen durumu anlatmıştım, adım Fatma dedi, buradan gitselerde onlar buranın asıl sahipleri geçin bakalım içeriye diye evine davet etmiş onlara sahip çıkmıştı, biraz hoşbeşten sonra Panayot özenle çizilmiş krokiyi tekrar çıkararak, bizi evinizde ağırladığınız için çok teşekkür ederiz, bize yardım ederseniz evimizin yerini bulmak istiyoruz, krokiye bakarak evimizi bulmak için çeşmenin, mektebin ve değirmenin yerini bilmem lazım, Fatma teyze söylenenleri dikkatle dinleyip hepsinide iyi biliyorum diyecekti, az sonra dediklerinin tamamınıda göstermişti, Panayot verilen bilgileri krokiye yerleştirdikten hemen sonra tamam evimizin yerini tespit ettim diyecekti.


Krokiye gelince onunda hikayesi çok ilginç, 1922 yılında köyden yunanistana kaçmadan önce köyün okumuşlarından biri, ne olur ne olmaz gidipte dönmemek var birgün biz gelemesekte çocuklarımız gelir, evlerimizi bulmak isterler diye köylerinin krokisini çizerek saklamış, 90 yıl önceki bu akıl sayesindede kolayca Tolmanın Dimitin yani Eleni teyzenin dedesinin evini bulacaktık, Fatma teyzenin evinden çıkarak yaya olarak onların ata ocağına doğru yola çıkmıştık, Panayot çok dikkatli biriydi ve 90 yıl önce büyüklerinin terkettiği evlerini bulmuştu, bahçede tek katlı bir vardı, evin temel taşları ise geçmişte yıkılmış bir evden kalmaydı, bahçenin önünde iki ağaç parçasıyla yapılmış basit bir kapı vardı ağaçları kaldırarak girdiğimiz bahçede kimsecikler yoktu, Eleni teyze yeğenlerine tekrar tekrar sarılarak iç geçiriyor, aman allahım aman allahım sana şükürler olsun diyor bir yandanda evlerinin bahçesinde gezinip duruyordu, bahçedeki kocaman ağacı dedesi Tolmanın Dimitin yerine koymuş özlemle ona sarılıyordu.


Onların o anki durumlarını ifade etmek ve aktarmak imkansızdı, 90 yıllık bir özlem bir anda nasıl giderilebilirdi, doğdukları günden bu yana sadece dinlemişlerdi, her yerin ismini biliyorlardı sıra yerlerini öğrenmekteydi, mezarlıklarından , değirmenlerine, komşularının evlerine kadar her yeri buldular, gözyaşlarının yerini artık mutlu kahkalar almaya başlamıştı, sevinmekte çok haklıydılar, Kızılgöl 100 haneden oluşan ve ilk kez tütünün yetiştirildiği köylerden biriydi, köy ahalisindende ilk kez onlar köylerini görmeye başlamışlardı, kaldığımız süre içinde bir sürü eski anıyı hüzünle dinlemiştim, ertesi gün tekrar gelmek üzere Fatma teyzenin evine doğru tekrar hareket etmiştik, veda kolay olmayacaktı, Fatma teyze yemek hazırlamıştı fırında yeni pişirdiği ekmeğe, yaptığı ayranda eşlik ediyordu, yüzyıllarca komşulukların yaşandığı köyler nasıl kan gölüne dönmüştü anlamak zor, Eleni ve Fatma teyze sanki yıllardır komşulardı yarın tekrar karşılaşacaklarını bildikleri halde sevgiyle birbirlerine sarıldılar , atalarıda bir zamanlar böyle komşuluklar yapmamışmıydı?


Eleni teyze bizim evimizde tam 2 gün kaldı artık evimizin güler yüzlü ninesiydi ona çok alışmıştık, kalan bir gününüde Bafra'da ki kızı Goncaya ayırmıştı, kızım dediği Gonca onu çok sevmişti Eleni teyze hiç kızım yoktu allah bana iki oğul vermişti şimdi iki tanede kızım var diyordu anlaşılan beni damat yerine koymuştu, Eleni teyze ve yeğenlerini 3 gün boyunca götürebileceğimiz her yer götürmüştük ama tüm aramalarımıza rağmen Teyzesi Tolikanın izine rastlayamadık öyle bir an oluyorduki tam bulduk derken birşeyler ters gidiyor Tolikaya ulaşamıyorduk, Bafra'da onlarca yüzlerce kız çocuğu kalmıştı , kalanların akrabalarıda rum kökenli olmalarını çok büyük bir ayıpmış gibi gizliyorlardı bu durum işimizi haliyle çok zorlaştırıyordu, Hacıömer çiftliğide dahil bir sürü köye gitmiş onlarca insanla görüşmüştük, Tolika sanki yer yarılıpta içine girmişti, Eleni teyze vazgeçmemişti tekrar geleceğim ve arayacağım , sayılı gün çabuk dolmuş gidiyorlardı, Eleni teyze minnet duygularıyla bizlere sarılıp defalarca teşekkür ettikten Sonra memleketi Samsun'dan ayrılıp memleketine doğru yola çıktı, bir yıl sonra ben eşimle onun yanına gittim, aynı yıl bizden sonra tekrar Samsuna geldi, artık evimizden biriydi, derken yeğenleri Panayot ve İlya tüm bir otobüs dolusu Kızılgöllü ve çevre köylüleriyle birlikte Samsuna geldi, unutulmaz bir Türk yunan gecesi, yaşadık hep birlikte, Eleni teyze son olarak oğlu ve torunu Eirini ile Samsunda misafirimiz oldu güzel torunu Eirini oğlumla yaşıt sayılırdı, üçüncü nesillerde artık dostluk kervanına katılmıştı, oğlum ve Eirini günlerce Samsunda beraber gezdiler, sonraki aylarda gelenlerin sayısı sürekli artmış köylerine artık kendi başlarına gidiyorlardı, artık sayısını bile bilemediğim geliş gidişler başlamış, ölümsüz dostluklar tekrar kurulmaya başlamıştı, dostluğun kime ne zararı olabilirdi, öykümüz şimdilik bu kadar dostlar, dostluklar yazmayla bitecek kadar kısa ömürlü değil, komşuluğun, dostluğun ve arkadaşlığın kısaca insanlığın sonsuza kadar sürmesi dileğiyle.


.....

Not: Recep Yılmaz, Gonca Vural ve arkadaşlarının araması sonuç verdi. Tolika olmasa bile oğlu Memed bulundu ve kuzeni Eleni anneyle buluştular. Bu buluşmanın  hikayesi de bu linkedir okuyabilirsiniz 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder